DİN VE İNANCA DAYALI MESLEKİ GEREKLİLİKLER AÇISINDAN GERÇEKLİK KRİTERİ: HUKUK SÖZCÜSÜ MEDINA’NIN KATHOLISCHE SCHWANGERSCHAFTSBERATUNG (C-258/24) ÖN KARAR PROSEDÜRÜNDEKİ GÖRÜŞÜ
Fotoğraf Bilgileri: Eser Sahibi: A.-K.D. / Wikimedia Commons
Merve Ağzıtemiz, Ankara Üniversitesi / Hukuk Fakültesi - Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı
Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) önünde görülen C-258/24 sayılı ön karar prosedüründe, Hukuk Sözcüsü Medina 10 Temmuz 2025 tarihinde görüşünü bildirmiştir. Bu davadaki temel soru, inanç temelli kuruluşlar olarak faaliyet gösteren işverenlerin, istihdam sürecinde, mesleki gereklilikler kapsamında belirli dini koşulları arayıp arayamayacağıdır. Bu husus, ayrımcılık hukuku bakımından oldukça önemli bir tartışmayı yeniden gündeme getirmiştir. Zira bu dava, Egenberger (ve ayrıca C-68/17-IR) kararının devamı niteliğinde olup, Egenberger’de bırakılan boşlukların doldurulma potansiyeli taşıdığından ayrıca önem arz etmektedir.
Bu yazıda öncelikle Avrupa Birliği’nin ayrımcılıkla mücadele alanındaki temel düzenlemelerinden biri olan 2000/78 sayılı Çerçeve İstihdam Direktifinin mesleki gereklilikler ile ilgili derogasyonu ele alınacak, ardından öncül karar niteliğinde olan Egenberger ve IR kararlarının ilgili paragrafları kısaca incelenecek ve son olarak Katholische Schwangerschaftsberatung davasında verilen Hukuk Sözcüsü görüşüne yer verilecektir.
2000/78 Sayılı Çerçeve İstihdam Direktifi
2000/78 sayılı Çerçeve İstihdam Direktifi, iş ve meslek hayatında eşit
muamele ilkesini düzenleyen ve din ve inanç, engellilik, yaş ve cinsel yönelim
temelinde ayrımcılığa karşı genel bir çerçeve oluşturan temel bir hukuki
araçtır. Bununla birlikte Direktif, belirli sınırlı durumlarda ayrımcılık
yasağının derogasyonlarını da içermektedir. Bunlardan biri de mesleki
gerekliliklerdir (m. 4/1).
Mesleki gereklilik, din veya inanç,
engellilik, yaş veya cinsel yönelimle ilgili bir özelliğin, belirli bir mesleki
faaliyetin niteliği veya yürütüldüğü bağlam nedeniyle, meşru ve orantılı bir
yaklaşımla, gerçek ve belirleyici bir gereklilik olarak kabul edilebildiği
durumlarda söz konusu olmaktadır. İşverenler, istihdam sürecinde bu çerçevedeki
koşulları karşılayan çalışanları tercih edebilmektedir. Ancak bu istisna dar
yorumlanmalı ve yalnızca sınırlı hallerde uygulanmalıdır.
Çerçeve İstihdam Direktifi, mesleki
gereklilikler derogasyonu kapsamında dini kurumlar bakımından özel bir düzenleme
de içermektedir. (bkz. m. 4/2) Bu düzenleme ise ikili bir şekilde kaleme
alınmıştır. Birincisi, kiliseler ve inanç ya da düşünce temelli değerleri
bulunan kamu veya özel kuruluşlar, kuruluşun değerleri dikkate alınarak, mesleki
faaliyetlerin niteliği veya yürütüldüğü bağlam nedeniyle, bir kişinin inancı
veya düşüncesi “gerçek, meşru ve haklı” bir mesleki gereklilik oluşturduğunda
farklı muamele uygulayabilecektir. Ancak bu farklı muamelenin hem üye
devletlerin anayasal düzenlemeleri hem de AB hukukunun genel ilkeleri ışığında
değerlendirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu derogasyon başka temellere
dayalı ayrımcılığı haklı çıkaracak şekilde genişletilmemelidir.
İkincisi, Direktifin diğer hükümlerine aykırılık teşkil etmemek koşuluyla, din veya inanç temelli kuruluşların, ulusal anayasa ve yasalara uygun biçimde hareket ederek, çalışanlarının iyi niyetle hareket etmelerini ve kurumun değerlerine sadık kalmalarını talep etme haklarının da korunduğu açıkça düzenlenmiştir. Bu düzenleme Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkındaki Antlaşma’nın (ABİHA) 17. maddesinde hüküm altına alınan, Birliğin, kiliselerin statülerine yaklaşımı çerçevesine de uygundur.
C-414/16 Egenberger ve C‑68/17 IR Kararları
Egenberger kararıyla ABAD, Avrupa Birliği
Temel Haklar Şartı’nın (ABTHŞ) bireyler arası uyuşmazlıklarda
nasıl uygulanabileceğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, Çerçeve İstihdam
Direktifinde yerini bulan din ve inanç temelli mesleki gereklilikler
derogasyonuna ilişkin de içtihadını oluşturmaya başlamıştır.
Somut olayda, Evangelisches Werk
isimli kuruluş, bir uluslararası sözleşme çerçevesinde rapor hazırlatmak üzere
belirli süreli iş ilanı açmış, fakat ilana başvurabilmek için Hristiyan
Kilisesi’ne üyelik şartı getirmiştir. Kiliseye üye olmayan Bayan Egenberger,
ilana başvurmuş ancak elenmiştir. Olay ulusal mahkeme tarafından ön karar
prosedürüyle ABAD önüne taşınmıştır.
ABAD, burada bir yanda kiliselerin
özerklik hakkı, diğer yanda işçilerin ayrımcılıktan korunma hakkı bulunduğunu,
bu nedenle aralarında adil bir denge kurulması gerektiğini belirtmiştir (para.
51). Bununla birlikte, dinin, gerçek, meşru ve haklı bir mesleki gereklilik
oluşturduğu durumlarda farklı muamelenin ayrımcılık sayılmayabileceğini kabul
etmiş ancak her somut olayda bunun sıkı bir denetime tabi olması gerektiğini
vurgulamıştır (para. 55). Bu bağlamda ABAD, mesleki gerekliliklerin hukuka
uygun olarak yorumlanabilmesi için Direktifte yerini bulan üç kriteri
yorumlamıştır. Buna göre:
Gerçeklik kriteri: Kilisenin/kuruluşun
değerlerinin dayandığı din veya inancın kabul edilmesinin, söz konusu mesleki
faaliyetin bu değerlerin tezahürü için önemi veya kilisenin özerklik hakkını
kullanması nedeniyle gerekli görülmesidir. Özet olarak, ilgili mesleki
faaliyetin, kilisenin değerlerinin tezahürü için gerekli olması unsurudur.
(para.65)
Meşruluk kriteri: Kilisenin/kuruluşun
değerlerinin dayandığı din veya inancın açıklanması gerekliliğinin, bu değer
veya anlayışla ilgisi olmayan bir amaca ulaşmak için kullanılmamasını sağlamak
olarak açıklanmaktadır. Özetle, bu şartın, din/inanç dışındaki amaçlar için
kullanılmaması anlamına gelmektedir. (para. 66)
Haklılık kriteri: Mesleki
gerekliliği uygulayan kilisenin/kuruluşun, olayın koşullarına göre bunu uygulamanın
kendi değerleri veya özerklik hakkını korumak olduğunu göstermekle yükümlü olmasını
kapsayan kriterdir. Ayrıca böyle bir derogasyonun uygulanmasının gerçekten
gerekli olduğunun da ortaya koyulması gerekmektedir. Dolayısıyla, mesleki
gerekliliğin uygulanmaması halinde, kilisenin değerlerinin veya özerkliğinin
zarar görmesinin muhtemel ve ciddi olması unsurlarına bu aşamada bakılacaktır. Ayrıca
bu gerekliliklerin orantılı olması gerektiği de belirtilmiştir (para. 67-68).
Sonuç olarak, Çerçeve İstihdam
Direktifinin 4/2. maddesindeki mesleki gereklilikler, söz konusu kilise ya da kuruluşun
değerleri ya da özerkliği ile bağlantılı olmayan çıkarım ve değerlendirmeleri
kapsamayacaktır.
Egenberger kararından sonra verilen IR kararında, din ve inanç temelli
mesleki gereklilikler tekrardan ele alınmıştır. Burada, JQ, Alman hukukuna göre
kurulmuş ve Köln Başpiskoposu’nun denetimine tabi IR adlı limited şirket
tarafından yönetilen bir hastanede İç Hastalıkları Bölüm Başkanı olarak görev
yapmaktadır. IR, JQ’nun, Katolik inancına göre evlendiği ilk eşiyle boşandıktan
sonra, bu evliliği kilise hukuku uyarınca geçersiz kılınmadan, ikinci kez
sadece medeni nikâhla evlendiğini öğrendiğinde onu işten çıkarmıştır. IR’ye
göre JQ, kilise hukuku bakımından geçersiz bir evlilik yaparak iş
sözleşmesinden doğan sadakat yükümlülüğünü açıkça ihlal etmiştir. (para.23 vd.)
ABAD burada, Katolik Kilisesi
tarafından savunulan evlilik anlayışına bağlı kalmanın, JQ’nun yürüttüğü
mesleki faaliyetlerin niteliği (hastane ortamında tıbbi danışmanlık ve bakım
sağlanması ile başında bulunduğu iç hastalıkları bölümünün yönetilmesi) dikkate
alındığında, IR’nin değerlerini ilerletmek için gerekli görünmediğini
belirtmektedir. Dolayısıyla öne sürülen bu gerekliliğin, gerçek bir gereklilik olmadığına
ilişkin vurgu yapılmıştır. (para.58-59)
C-258/24 Katholische Schwangerschaftsberatung
Egenberger kararı ile mesleki gerekliliklerde
gerçek, meşru ve haklı olma kriterleri genel olarak açıklanmış, IR
kararı ile de mesleki gerekliliğin gerçekliği kısa da olsa tekrar
sorgulanmıştır. Katholische
Schwangerschaftsberatung
davası ise ABAD’ın bu kriteri daha kapsamlı yorumlayabilmesi yönünde bir
potansiyel barındırmaktadır.
Somut olayda, Katholische
Schwangerschaftsberatung, Almanya’daki Katolik Kilisesi bünyesinde faaliyet
gösteren bir kadın meslek birliğidir. Amacı, özellikle zor durumdaki çocuklara,
gençlere, kadınlara ve onların ailelerine yardım etmektir. (para.3) Bu birlik,
çalışanlarının iş sözleşmelerinde, Katolik Kilisesi’nin temel düzenlemelerine (22
Eylül 1993 tarihli Kilise hizmetindeki iş ilişkilerine ilişkin Temel Düzenleme)
atıfta bulunmaktadır. Bu düzenleme, sadakat yükümlülüklerini açıkça
öngörmektedir ve bu yükümlülüğün ağır ihlali işten çıkarma sebebidir. Katolik
inananlar açısından kiliseden ayrılmak da bu kapsamda ağır bir ihlal
sayılmaktadır. (para.4-5)
JB, 2006 yılından itibaren bu
birlikte, diğerlerinin yanı sıra, hamilelikle ilgili projelerde danışman olarak
çalışmıştır. Kendisiyle birlikte çalışanlar arasında Katolik Kilisesinden başka
kiliselere üye olan kişiler de bulunmaktadır. Ekim 2013’te izindeyken, Katolik Kilisesi’nden ayrılma
niyetini yetkili belediye makamına bildirmiştir. JB’nin temel amacı, yüksek gelirli eşi olan Katolik
bir kişi sıfatıyla tabi olduğu ek kilise vergisinden muaf olmaktır. (para.6)
Birlik ise JB’yi Katolik Kilisesi’ne yeniden katılmaya ikna etmeye çalışmıştır.
JB’nin reddi üzerine, söz konusu kararının sadakat yükümlülüğünün ağır ihlali olduğu
gerekçesiyle Haziran 2019’da JB işten çıkarılmıştır. (para.7) Ulusal mahkeme
önüne gelen bu olay, ön karar prosedürü ile ABAD önüne taşınmış ve öncelikli
olarak Hukuk sözcüsü görüşü verilmiştir.
Bu olayda temel sorun, bir dini
kuruluşun, bağlı bulunduğu kiliseden ayrılması nedeniyle çalışanını işten
çıkarmasının ayrımcılık teşkil edip etmediğinin değerlendirilip
değerlendirilemeyeceğidir. Hukuk sözcüsü Medina, bu temel soruya cevap verirken ikili
bir yol izlemiştir.
Birincisi, Hukuk Sözcüsü 2000/78 sayılı Direktifin 4/2. maddesi üzerinden hareket etmekte ve önceki tarihli ABAD kararlarındaki unsurları yinelemektedir. Buna göre, din ve inanç temelindeki farklı muamelenin hukuka uygunluğu, işverenin getirdiği mesleki gereklilik ile söz konusu faaliyet arasında nesnel olarak doğrulanabilir bir doğrudan bağın bulunmasına bağlıdır. (para.22) Bu bağlamda gerçek, meşru ve haklı bir mesleki gereklilik şartının bulunması gerekmektedir. Tıpkı Egenberger kararında olduğu üzere:
“Gerçek” kriterinin, bir kilise/ kuruluşun değerlerini oluşturan din veya inancı benimsemenin gerekli olması unsurunu ortaya koyduğu; (para.23)
“Meşru” kriterinin, dini koşulun din dışı amaçlarla kullanılmamasını ifade ettiği; (para.24)
“Haklı” kriterinin ise, mesleki gerekliliği öne süren kilise/ kuruluşun, değerlerine veya özerklik hakkına zarar verebilecek muhtemel ve önemli bir riskin varlığını göstermekle yükümlü olduğunu içerdiği vurgulanmıştır. (para.25)
Mesleki gerekliliklere uygulanan bu üç kriterin kümülatif olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla, bu kriterlerden birinin dahi yerine getirilmemesi, din ve inanç temelindeki farklı muamelenin haklı gösterilemeyeceği anlamına gelmektedir. (para.29) Somut olayda ise bu kriterlerden “gerçek” unsurunun karşılanmadığı ayrıca ve özellikle vurgulanmış ve bu hususta açıklamalar yapılmıştır. Zira söz konusu mesleki faaliyetin icrası kiliseye üyelik koşuluna bağlanmamışsa veya çalışanlar aynı faaliyeti farklı inançlara mensup olarak da yerine getirebiliyorsa, kiliseye üyeliğin devamı gerçek bir mesleki gereklilik haline gelmemektedir. (para.32)
İkincisi, Hukuk Sözcüsü ulusal
hukuk AB hukuku çatışmasına ve Birliğin, üye devletlerdeki kiliselerin ulusal hukuk
çerçevesindeki statülerine yaklaşımına değinmekte ve bu hususu mesleki
gereklilik kriterleri ile bağdaştırmaktadır. Nitekim Hukuk Sözcüsü, Katolik
Kilisesi’nden ayrılmanın kilise hukuku uyarınca en ağır ihlallerden biri olması,
Alman Anayasa Mahkemesi’nin içtihadında da bu durumun kilisenin özerklik hakkı
çerçevesinde geçerli bir fesih nedeni olarak kabul edilmesi ve ABİHA’nın 17.
maddesinde hüküm altına alınan kiliselerin statülerine yaklaşım gibi hususlar
çerçevesinde yorumunu yapmıştır.
Buna göre, AB Hukuku, kiliselerin statüsüne
karşı tarafsız bir yaklaşım sergilemektedir. Bununla birlikte, kiliselerin statüsü ile çalışanların
din ve inanç temelinde ayrımcılığa uğramama hakkı arasında adil bir denge kurulması
da amaçlamaktadır. Bu bakımdan, ABİHA m.17 düzenlemesi Çerçeve İstihdam
Direktifi içerisine de yedirilmiştir. (para.35) Bununla birlikte, Kiliselerin
özerklik hakkının koşullara tabi olduğu ve bu hakkın, ayrımcılık yasağını ve 2000/78
sayılı Direktifin 4/2. maddesinde öngörülen kriterleri anlamsız hâle
getiremeyeceği de ifade edilmiştir. (para.36) Somut olayda ise, mesleki
faaliyet bağlamında, belirli bir kiliseden ayrılan bir çalışan, o kiliseye
mensup olmayan diğer çalışanlarla aynı konumdadır. Dolayısıyla, dini kuruluş,
söz konusu mesleki faaliyetin o kiliseye mensup olmayan kişiler tarafından da
icra edilebileceğini kabul etmişse, çalışanın kiliseden ayrılması, artık söz
konusu faaliyeti yerine getiremeyeceği sonucuna varmak için yeterli olmayacaktır.
(para.37)
Nitekim, kilise özerkliğinin, kilise
üyeliğinin söz konusu mesleki faaliyet için gerekli olmadığı bir durumda,
sadece kiliseden ayrılma nedeniyle feshe izin verecek şekilde kullanımına izin
verilmesi, yargısal denetimden bir kaçış yolu olarak görülebilecektir.
(para.38) Burada ayrıca, çalışanların dinini değiştirme özgürlüğünün de
korunması gerekmektedir. Katolik inancına sahip olsun veya olmasın, tüm
çalışanların görevlerini icra ederken uymakla yükümlü oldukları temel ilke ve
değerlerin belirlenmesi doğaldır. Ancak, kiliseden ayrılmak, tek başına,
çalışanın bu temel ilke ve değerlere uymaya devam etmeyeceğini varsaymak için
yeterli bir unsur sayılamayacaktır. Aynı durum, kiliseden ayrılmanın işverenin
çalışanına duyduğu güveni otomatik olarak ortadan kaldıracağı iddiası
bakımından da geçerli olacaktır. (para. 41-42) Dolayısıyla somut olayda,
mesleki gereklilik açısından kümülatif olarak karşılanması gerekli kriterlerden
‘gerçek’ kriterinin karşılanmadığı ifade edilmektedir. Bu bağlamda Hukuk
Sözcüsü, diğer kriterlerin yerine getirilip getirilmediğine ilişkin ayrıntılı
bir inceleme yapmaya gerek görmemiştir. (para.43-44)
Sonuç
Katholische
Schwangerschaftsberatung
davasında verilen Hukuk Sözcüsü görüşü, din ve inanca dayalı mesleki
gerekliliklerin sınırlarını yeniden gündeme taşımıştır. Bu bağlamda, Egenberger
kararında temelleri atılan (ve IR kararı ile daha ileriye taşınan) mesleki
gereklilikler ile din ve inanç özgürlüğü arasındaki denge testinin somutlaştırılması
yönünde güçlü bir yaklaşım öne sürülmüştür.
Hukuk Sözcüsü görüşü, kiliselerin
özerklik hakkı ile çalışanların ayrımcılığa uğramama hakkı arasındaki gerilimi
dengelemek amacıyla “gerçek, meşru ve haklı” kriterlerinin dar yorumlanması
gerektiğini bir kez daha vurgulamış gibi görünmektedir. Somut olay üzerinden
hareketle, mesleki gerekliliklerde “gerçeklik” kriterinin yokluğu, bu kriterin
kiliselerin statüsü çerçevesinde ele alınması ve bunun sonuçları ortaya koyulmuştur.
Bu yaklaşım, dini kurumların özerklik haklarını korurken, çalışanların temel
haklarını ihlal etmemelerini sağlayan denetim mekanizmasının güçlendirilmesi
açısından önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, ABAD, Hukuk Sözcüsü
görüşünü takip ederse (ki Hukuk Sözcüsü görüşleri ABAD kararları açısından bağlayıcı değildir) bunun pratikte potansiyel bir çıktısının olacağı da düşünülebilir.
Nitekim, bir AB Hukuku kavramı daha net bir şekilde yorumlanmış olacaktır.
Çerçeve İstihdam Direktifinde yer alan “gerçek meşru ve haklı mesleki
gereklilik” ifadesinin daha açık bir şekilde ortaya koyulması, hukuki açıdan netlik
yaratacak ve içtihat hukukunu zenginleştirecektir. Bununla birlikte,
unutulmamalıdır ki ABAD önüne gelen her bir olay kendine özgü olup tekrar ve
dikkatle inceleme yapmayı gerektirecektir.
No comments:
Post a Comment