Fotoğraf Bilgileri: Eser Sahibi: Freepik.
İlke Göçmen, Prof.
Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı /
Jean Monnet Chair (2019-2022) / The Alexander von Humboldt Foundation – Georg
Forster Research Fellow for Sustainable Development (2023-2024)
Giriş
7552 sayılı İklim Kanunu, Türkiye’yi “Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)” ile
tanıştırmaktadır. Kanun, 9 Temmuz 2025 tarihli ve 32951 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (madde 19). Kanunun amacı, “yeşil
büyüme vizyonu ve net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda iklim değişikliğiyle
mücadele etmek” olarak belirlenmiştir (madde 1). Bu doğrultuda Kanun, diğer
hususların yanı sıra, “iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı
emisyonlarının azaltılması”na odaklanmakta ve bu amaca ulaşmak için ana araç
olarak ETS öngörmektedir (madde 9–11).
ETS ve onun tamamlayıcısı olarak Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması
(SKDM) şu şekilde tanımlanmaktadır. ETS, “sera gazı emisyonlarına, net sıfır
emisyon hedefine uygun bir üst sınır belirlenmesi ilkesine dayalı olarak
çalışan ve tahsisatların alınıp satılması suretiyle sera gazı emisyonu
azaltımını teşvik eden ulusal ve/veya uluslararası piyasa temelli mekanizma”dır
(madde 2(1/g)). Buna ek olarak, ETS’yi tamamlayıcı nitelikte olmak üzere, SKDM
kurulabileceği öngörülmektedir (madde 8(1/ç)). SKDM ise “gümrük bölgesinde,
ithal edilen malların sera gazı emisyonlarının yönetimi mekanizması”dır (madde
2(1/bb)).
İklim Kanunu’nun madde gerekçeleri
incelendiğinde, gerek ETS
gerek SKDM yönünden, Avrupa Birliği’nin (AB’nin) etkisinin belirgin olduğu
görülmektedir. ETS bağlamında, 9. maddenin gerekçesinde öncelikle AB’nin “en
büyük ticari ortağımız” olduğu vurgulanmaktadır. Devamında ise AB’nin
SKDM’sinin, Türkiye’nin ETS’si için temel itici güç olduğu ortaya konmaktadır. Buna
göre, AB’nin SKDM’si “üçüncü ülkelerde ödenen karbon maliyetleri ölçüsünde
ithalatçıya karbon maliyetinde indirim sağla[yacağı]” için Türkiye’nin ETS’si
ile birlikte “AB’ye ödenmesi gereken karbon maliyetinin ülkemizde kalması ve
sektörlerin yeşil dönüşümüne katkı sağlanması hedeflenmektedir”. Özetle:
“ihracatçımız, AB’de oluşacak bir ton
karbondioksit fiyatı karşılığında, ülkemizde bir karbon fiyatı ödememiş ise, AB
fiyatının tamamını ödemek durumunda kalacak, eğer ülkemizde ödediği bir karbon
fiyatı var ise, AB fiyatı ile ödediği fiyat arasındaki farkı ödeyerek
maliyetini azaltma imkânı olacaktır.”
SKDM açısından ise, 8. maddenin gerekçesinde öncelikle AB’nin SKDM’sinin
“ülkemiz ticareti bakımından öne çıkan hususlardan biri” olduğu
vurgulanmaktadır. Devamında ise AB’nin SKDM’sinin amacı ile Türkiye’nin
planlanan SKDM’sinin amacının büyük ölçüde örtüştüğü ifade edilmektedir:
“AB, bu mekanizma ile yeşil dönüşümün
yaratacağı maliyet karşısında Avrupa’nın rekabetçiliğinin korunması ve AB’deki
üretimin, emisyon azaltım hedefi AB’den az olan ülkelere kaymasının önlenmesini
hedeflemektedir. Benzer şekilde küresel ölçekte iklim değişikliği ile
mücadeleye destek olabilmek ve aynı zamanda ülkemizdeki ticaretin ve
sanayicinin korunmasını sağlayabilmek amacıyla ulusal ölçekte SKDM’nin
kurulması hedeflenmektedir.”
Bu arka plan ışığında, bu yazının amacı, Türkiye’nin ETS’sini ve olası bir
SKDM’sini, AB’deki tarihsel gelişim süreci bağlamında geriye dönük olarak
incelemek ve günümüzde ulaşılan noktayı –nasıl ve neden ortaya çıktığıyla
birlikte– açıklamaktır. Bu çerçevede, öncelikle AB’nin ETS’sinin ardındaki bazı
uluslararası anlaşmalar, ardından AB’nin ETS’si ve nihayetinde AB ile
bağlantılı olarak Türkiye’nin ETS’si sırasıyla ele alınacaktır.
Avrupa Birliği’nin Emisyon Ticareti Sisteminin Ardındaki Bazı Uluslararası
Anlaşmalar
AB’nin ETS’si, ana hatlarıyla, genel olarak AB çevre politikasının, özelde ise iklim politikasının temel araçlarından biri olup, özellikle bazı
uluslararası anlaşmaların etkisiyle şekillenmiştir. Bu bağlamda ilk olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Framework Convention on
Climate Change / UNFCCC), (üyesi devletlerle birlikte) AB tarafından 1992 yılında imzalanmış, 1993 yılında onaylanmış
ve 1994 yılında da yürürlüğe girmiştir (günümüzde 198 devlet UNFCCC’ye taraftır). UNFCCC’nin amacı, “atmosferdeki sera gazı
yoğunluklarını, iklim sistemi üzerinde insan kaynaklı tehlikeli bir müdahalenin
önüne geçecek bir düzeyde istikrara kavuşturmak”tır (madde 2). Ayrıca, “bu
düzeye, ekosistemlerin iklim değişikliğine doğal biçimde uyum sağlayabilmesine
imkân verecek yeterli bir zaman diliminde erişilmelidir” (madde 2). UNFCCC
uyarınca taraflar, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesi çerçevesinde;
örneğin, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını ve yutaklar yoluyla
giderimlerini dikkate alarak, iklim değişikliğini azaltmaya yönelik ulusal
programlar hazırlamak, uygulamak, yayımlamak ve düzenli olarak güncellemek gibi
taahhütler üstlenmektedir (madde 4). UNFCCC, önemli bir başlangıç noktası
oluşturmakla birlikte, Kyoto Protokolü’ne kadar herhangi bir bağlayıcı emisyon
azaltım hedefi öngörmemektedir.
İkinci olarak, UNFCCC’ye eklenen Kyoto Protokolü, (üyesi devletlerle birlikte) AB tarafından 1998
yılında imzalanmış, 2002 yılında onaylanmış ve 2005 yılında da yürürlüğe girmiştir (günümüzde 192 devlet Kyoto Protokolü’ne taraftır). Kyoto Protokolü’nün amacı, “sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmek
amacıyla”, taraflara sayısal olarak belirlenmiş emisyon sınırlama ve azaltma
taahhütleri yüklemektir (bakınız madde 2). Kyoto Protokolü uyarınca taraflar, ortak
fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesi temelinde iki gruba ayrılmıştır:
Sanayileşmiş devletler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki bazı devletler,
belirli bir zaman dilimi içinde sera gazı emisyonlarını belirli oranlarda
azaltmayı taahhüt etmişken (EK B) geri kalan gelişmekte olan devletler bu türde
bağlayıcı yükümlülükler üstlenmemiştir. İklim değişikliğine ilişkin olumsuz
gelişmelerin ve bilimsel uyarıların artmasıyla birlikte, uluslararası toplum,
sera gazı emisyonlarını azaltma yükümlülüğünü tüm taraf devletleri kapsayacak
şekilde düzenleyen, bağlayıcı hedefler içeren yeni bir anlaşma arayışına
girmiştir. Paris Anlaşması işte bu çabaların bir sonucudur.
Üçüncü olarak, Paris Anlaşması, (üyesi devletlerle birlikte) AB tarafından 2016 yılında imzalanmış ve onaylanmış ve aynı yıl yürürlüğe girmiştir (günümüzde 195 devlet Paris Anlaşması’na taraftır). Kyoto Protokolü’nden farklı olarak Paris
Anlaşması, UNFCCC’ye ek bir protokol değil, kendi
başına bağımsız bir uluslararası anlaşmadır. Bununla birlikte, işlevsel ve
kurumsal açıdan UNFCCC ile sıkı bir şekilde bağlantılıdır (örneğin bakınız
madde 14). Paris Anlaşması’nın amacı, “[UNFCCC’nin] uygulanmasını geliştirerek,
sürdürülebilir kalkınma … bağlamında iklim değişikliği tehdidine karşı küresel
yanıtı güçlendirmek”tir (madde 2). Paris Anlaşması uyarınca taraflar, ortak
fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesi çerçevesinde; örneğin, “küresel
ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere kıyasla 2°C’nin oldukça
altında tutma ve sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlama çabalarını sürdürmek”
taahhüdünde bulunmaktadır (madde 2). Bu yönden, taraflar, ulusal katkı beyanı ile
bağlayıcı emisyon azaltım hedefini belirlemeli, sera gazı yutaklarını ve
rezervuarlarını korumak ve geliştirmek için önlem almalı ve uluslararası olarak
emisyon azaltım haklarını transfer edebilmelidir (madde 4, 5, 6). Paris
Anlaşması, bu yönüyle, UNFCCC süreci kapsamında yalnızca sınırlı sayıda tarafa
yükümlülük getiren Kyoto Protokolü’nden farklı olarak, başta emisyon azaltımı
olmak üzere temel taahhütleri tüm taraf devletler için geçerli hale getirerek
bu rejimi evrenselleştirmektedir.
Avrupa Birliği’nin Emisyon Ticareti Sistemi
AB’nin ETS’si, yukarıda anılan uluslararası anlaşmaların arka planında,
özellikle de Kyoto Protokolü’nden bu yana geliştirilmektedir. Öncelikle, bir ön
tespit olarak belirtmek gerekir ki AB, sera gazı emisyonlarının azaltımı
konusunda birbirini tamamlayıcı üç temel eksende ilerlemektedir (örneğin bakınız):
(i) sera gazı emisyonlarını azaltmak,
(ii) enerji verimliliğini artırmak,
(iii) yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını yaygınlaştırmak.
AB’nin sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik düzenlemeleri, tarihsel
gelişimleri ve geçirdikleri değişiklikler saklı kalmak kaydıyla, günümüzde üç
ana başlık altında incelenebilir:
(i) ETS Direktifi (2003/87 sayılı Direktif),
(ii) Yük Paylaşımı Tüzüğü (2018/842 sayılı Tüzük),
(iii) Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık Tüzüğü (2018/841 sayılı Tüzük).
Ana hatlarıyla;
(i) ETS Direktifi, AB’deki toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık
%40’ını oluşturan elektrik ve ısı üretimi, endüstriyel imalat ve havacılık
sektörlerinden kaynaklanan emisyonların azaltımını hedeflemektedir.
(ii) Yük Paylaşımı Tüzüğü, AB’deki toplam sera gazı emisyonlarının neredeyse
%60’ını oluşturan yerel ulaşım (havacılık hariç), binalar, tarım, küçük ölçekli
sanayi ve atık sektörlerinden kaynaklanan emisyonların azaltımını
hedeflemektedir.
(iii) Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve
Ormancılık Tüzüğü ise,
bağlayıcı net karbon giderimi ulusal hedefleri aracılığıyla, ormanlar gibi sera
gazı yutaklarını ve rezervuarlarını korumayı ve geliştirmeyi esas almaktadır.
AB’nin ETS’si, kendi içinde sırasıyla 2005–2007, 2008–2012, 2013–2020 ve
2021–2030 yıllarını kapsayan dört ticari aşamaya ayrılmaktadır. Bu aşamalar dikkate alındığında, sistemin zaman
içinde kapsamı ve işleyişi bakımından önemli bir dönüşüm geçirdiği
görülmektedir:
- Kapsanan sektörler giderek genişletilmiştir.
- Kapsanan sera gazlarının sayısı artırılmıştır.
- Ulusal düzeyde belirlenen emisyon sınırlarının yerine, AB çapında tek bir
emisyon tavanı getirilmiştir.
- Başlangıçta ağırlıklı olarak kullanılan ücretsiz tahsisat yöntemi, yerini
kademeli olarak açık artırma (ihale) esasına bırakmıştır. Konumuz açısından
önemi yönünden, bu geçiş sürecinde, karbon kaçağı riski altındaki sektörler
için çeşitli koruyucu önlemler öngörülmüştür.
- AB’nin ETS’sinin, uluslararası karbon piyasalarıyla etkileşim kurmasına
olanak tanınmıştır.
Bu gelişim süreci, AB’nin ETS’sinin giderek daha geniş kapsamlı, daha
merkezi ve piyasa temelli bir yapıya evrildiğini ortaya koymaktadır.
AB’nin ETS’si ana hatlarıyla şu şekilde işlemektedir. İlk olarak, ETS, “üst limit ve ticaret”
prensibine dayanır. Burada “üst limit”, sistem kapsamındaki işletmelerin
salabileceği toplam sera gazı miktarını ifade eder ve bu üst limit, AB’nin
iklim hedefleri doğrultusunda her yıl azaltılır. İkinci olarak, kapsanan işletmeler,
faaliyet gösterebilmek için emisyon izleme ve raporlama kapasitesine sahip
olduklarını göstererek yetkili makamlardan sera gazı emisyonu ruhsatı almalıdır.
Üçüncü olarak, belirlenen üst limit çerçevesinde emisyon izinleri tahsis
edilir; her izin bir ton CO₂ salımı yapma hakkını temsil eder. İzinler,
ücretsiz tahsis edilebileceği gibi açık artırma yoluyla da satılabilir. Ayrıca
işletmeler, ellerinde kalan izinleri başka işletmelere devredebilir veya
ileride kullanmak üzere saklayabilir. Tüm bu işlemler Birlik Sicili’nde kayıt
altına alınır. Dördüncü olarak, kapsanan işletmeler, her yıl emisyonlarını
izlemek, raporlamak ve yıllık emisyonlarını karşılayacak miktarda izin teslim
etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülükler yerine getirilmediğinde para cezaları
uygulanır. Beşinci olarak, emisyon izni satışlarından elde edilen gelirler,
ister üye devlet bütçelerine ister AB bütçesine aktarılsın, ana hatlarıyla
yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve düşük karbon teknolojilerine
yatırım yapmak amacıyla kullanılmalıdır. Sonuç olarak, AB’nin ETS’si,
işletmeleri maliyet etkin bir şekilde emisyon azaltmaya teşvik eden, piyasa
temelli bir araç olarak işlev görmektedir.
AB’nin ETS’si, özellikle ücretsiz tahsisattan açık artırma yoluyla satışa
geçtikçe, bu AB içi karbon fiyatlandırma mekanizmasının AB dışı ticaret
boyutundaki tamamlayıcısı olarak SKDM ortaya çıkmıştır (Bkz. SKDM Tüzüğü (2023/956 sayılı Tüzük)
madde 1(2 ve 3)). Şöyle ki, kapsanan işletmeler uluslararası piyasalarda
faaliyet gösteriyor ve iş yaptıkları devletlerde AB’nin ETS’sine benzer bir
sistem bulunmuyorsa, karbon kaçağı riski doğmaktadır: Böyle bir durumda
işletmeler, ya üretim faaliyetlerini karbon maliyetlerinin bulunmadığı üçüncü devletlere
kaydırmak isteyebilir ya da bu devletlerden gelen daha düşük maliyetli
ürünlerle rekabet etmekte zorlanabilir. AB, bu karbon kaçağı riskini yönetmek
amacıyla başlangıçta kapsanan işletmelere belirli kriterler çerçevesinde
ücretsiz emisyon izni tahsisatı sağlamayı tercih etmiştir. Buna karşın, zamanla
bu ücretsiz tahsisatların oldukça azaltılmasıyla birlikte, AB, eşdeğer maliyet
yükünü AB dışı işletmecilere de yansıtmak amacıyla SKDM uygulamasına geçmeyi
tercih etmiştir.
Bu arka planda, AB’nin SKDM’si ile ilgili olarak başlangıcı, geçiş dönemi,
planlanan nihai uygulama dönemi, önerilen değişiklikler ve uluslararası
düzeydeki itirazlar hakkında bazı bilgiler sunulabilir. İlk olarak, SKDM, AB’ye
ithal edilen belirli ürünlerin üretimi sırasında ortaya çıkan gömülü karbon
emisyonları için, AB’nin ETS’sine eşdeğer bir karbon fiyatının ödenmesini teyit
etmeye yönelik bir mekanizmadır (bakınız SKDM Tüzüğü madde 1). İkinci olarak, SKDM,
2023–2026
yılları arasında geçiş dönemindedir ve bu süre zarfında çimento,
demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen gibi karbon yoğun ve karbon
kaçağı riski yüksek ürünlerin ithalatçıları yalnızca raporlama yükümlülüğüne
tabidir. Üçüncü olarak, SKDM, 2026’dan
itibaren nihai uygulama dönemine geçecektir ve şu şekilde işleyecektir: İthalatçılar
ulusal yetkili makamlara kayıt yaptıracak ve ithal ettikleri ürünlerin gömülü
emisyonlarına karşılık gelen SKDM sertifikalarını, AB’nin ETS’si ile paralel
belirlenen bir fiyat üzerinden satın alarak yıllık bazda teslim etmekle yükümlü
olacaktır. İthalatçı, köken devlette üretim sırasında zaten bir karbon fiyatı
ödendiğini belgeleyebilirse, bu miktar mahsup edilebilecektir. Dördüncü olarak,
Komisyon, 2025 yılında, özellikle küçük ithalatçılar üzerindeki idari yükü azaltmak
amacıyla yılda 50 tonun altında ithalat gerçekleştiren işletmelere muafiyet
getiren bir eşik önerisinde
bulunmuş olup, ilgili yasama süreci hâlen devam etmektedir. Son olarak, SKDM, uluslararası
düzeyde itirazlarla karşılaşmıştır. Örneğin, Rusya, AB’nin SKDM’sine (ve ETS’sine)
ilişkin düzenlemelerin, diğerlerinin yanı sıra, Tarifeler ve Ticaret Genel
Anlaşması (GATT
1994) kapsamındaki yükümlülüklerle bağdaşmadığını ileri sürerek Dünya Ticaret
Örgütü (DTÖ) nezdinde uyuşmazlık çözüm sürecini başlatmıştır.
Bu bağlamda, Türkiye’nin İklim Kanunu’nun, dolayısıyla ETS’sinin ve olası
SKDM’sinin, AB’deki bu gelişmeler ışığında değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Avrupa Birliği ile Bağlantılı Olarak Türkiye’nin Emisyon Ticareti Sistemi
Türkiye’nin İklim Kanunu ile birlikte getirilen ETS’sinin iki temel amaca
hizmet ettiği söylenebilir. Bir yandan, Türkiye’nin ETS’si, tıpkı AB’nin
ETS’sinde olduğu gibi, özellikle bazı uluslararası anlaşmalar kapsamındaki
yükümlülüklerin yerine getirilmesi açısından bir araç işlevi görmektedir. Bu çerçevede
Türkiye, UNFCCC’ye 2004 yılında, Kyoto Protokolü’ne 2009 yılında ve Paris Anlaşması’na 2021 yılında taraf olmuştur.
Çalışmanın Giriş bölümünde de belirtildiği üzere, İklim Kanunu’nun amacı,
“yeşil büyüme vizyonu ve net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda iklim
değişikliğiyle mücadele etmek” olarak tanımlanmıştır (madde 1). Bu kapsamda
Kanun, özellikle sera gazı emisyonlarının azaltılmasını esas alan bir yaklaşım
benimsemekte; bu doğrultuda ETS’yi temel araç olarak öngörmektedir (madde
9–11). Diğer yandan, yine çalışmanın Giriş kısmında da belirtildiği üzere, Türkiye’nin
ETS’si, AB’nin ETS’sinin dış ticaretteki tamamlayıcısı olan SKDM’sine karşılık oluşturulmuş
bir politika aracı niteliği de taşımaktadır. Nitekim İklim Kanunu’nun Gerekçesi’nde
de belirtildiği üzere, Türkiye’nin ETS’si, “en büyük ticaret ortağımız” olan
AB’nin SKDM’si kapsamında, “üçüncü ülkelerde ödenen karbon maliyetleri
ölçüsünde ithalatçıya karbon maliyetinde indirim sağlanması”na imkân tanıyan
düzenlemelerden yararlanma amacını da yansıtmaktadır (madde 9 gerekçesi).
İşte bu ikinci amaç, Türkiye – AB ilişkilerinin hem üyelik hem de ortaklık
yönü bağlamında şu şekilde değerlendirilebilir. Üyelik ilişkisi açısından,
Türkiye, örneğin 2008 yılındaki Ulusal Program ile birlikte, diğerlerinin yanı sıra, 2011
sonrasında ETS Direktifi’ne uyum bağlamında “emisyon ticaretine yönelik usul ve
esasların belirlenmesi” hususunda düzenleme yapacağını belirtmiştir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin İklim Kanunu ile hayata geçirdiği ETS’si AB’ye üyelik sürecinde
müktesebata uyum yükümlülüğünün bir uzantısı olarak görülebilir. Öte taraftan, söz
konusu taahhüdün 2011 sonrası için öngörülmüş olmasına rağmen ancak 2025 yılı
itibarıyla hayata geçirilmiş olması, Türkiye’nin ETS’sinin esasen üyelik
perspektifi doğrultusundan çok, AB’nin SKDM’si kapsamında ortaya çıkan dış
ticaret kaynaklı maliyetlerden kaçınma yönündeki gereksinimle şekillendiğine işaret
etmektedir.
Ortaklık ilişkisi açısından ise konu, Türkiye ile AB arasındaki mevcut gümrük
birliğinin güncellenmesi sürecinin parçası olarak ele alınabilir. Türkiye, 1963’te
imzalanıp 1964’te yürürlüğe giren Ankara Anlaşması, 1970’te imzalanıp 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol ve 1995 tarihli 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı temelinde AB ile bir gümrük birliği kurmuştur. Bu
gümrük birliği, ana hatlarıyla, tarım ürünleri hariç tüm malların taraflar
arasında serbest dolaşımını sağlamaya yöneliktir. Söz konusu hukuki belgelerin
tarihine bakıldığında, gümrük birliği kurulurken mal ticareti ile çevre arasındaki
ilişki henüz ön planda bulunmamaktadır. Bu nedenle, ortaklık belgeleri mal
ticareti ile çevre arasındaki ilişkiye dair doğrudan bir düzenleme
içermemektedir. Buna karşın, Avrupa Komisyonu 2016 yılında gümrük birliğinin
güncellenmesi müzakerelerini başlatmak üzere tavsiyede bulunmuştur. Her ne kadar bu tavsiye Konsey tarafından henüz karara bağlanmamış
olsa da, Komisyonun Etki Değerlendirmesi incelendiğinde, olası bir güncelleme kapsamında
sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde AB’nin ETS’si ve SKDM’si ile uyumun
gündeme gelmesi beklenebilir. Örneğin, 1 Temmuz 2025 tarihinde düzenlenen Türkiye-AB Yüksek Düzey Ticaret Diyaloğu
toplantısında, özellikle AB’nin
SKDM’si ve döngüsel ekonomiye odaklanarak yeşil dönüşüm alanında iş birliğinin
derinleştirilmesi konuları ana gündem maddeleri arasında yer almıştır.
Bu arka planda, AB’nin SKDM’si ile bütünüyle karşı karşıya kalmamak bakımından,
biri AB hukukuna, diğeri ise uluslararası düzleme ilişkin bazı gelişmelerden
söz edilebilir. AB hukuku bakımından, ilk olarak, Avrupa Ekonomik Alanı’nda
olan Norveç, İzlanda ve Lihtenştayn, Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşması
çerçevesinde Ortak Komitenin 146/2007 sayılı kararıyla, 2008 yılında AB’nin ETS’sinin bir parçası hâline
gelmiştir. Bu nedenle, AB’nin SKDM’si bu devletlere karşı uygulanmayacaktır (bakınız
SKDM Tüzüğü madde 2(6)). İkinci olarak, İsviçre, ETS Direktifi’nin 25. maddesinde tanınan imkân
çerçevesinde ve AB ile akdettiği bir uluslararası anlaşma temelinde, 2020 yılında kendi ETS’sini AB’nin ETS’si
ile tam olarak bağlantılandırmıştır. Dolayısıyla, AB’nin SKDM’si bu devlete
karşı uygulanmayacaktır (bakınız SKDM Tüzüğü madde 2(6)). Üçüncü olarak, Birleşik
Krallık, 2020 yılında AB’den çekilmiş olup, ETS Direktifi’nin 25. maddesinde tanınan imkân
çerçevesinde ve AB ile bir akdedeceği bir uluslararası anlaşma temelinde kendi ETS’sini
AB’nin ETS’si ile tam olarak bağlantılandırabilsin diye, Temmuz 2025 itibariyle
müzakerelerin başlatılması
hedeflenmektedir. Böyle
bir anlaşma akdedilirse AB’nin SKDM’si bu devlete karşı uygulanmayacaktır (bakınız
SKDM Tüzüğü madde 2(6)). Dördüncü olarak, AB’nin SKDM’si, üçüncü bir devletin
ETS’sinin ithalat sırasında dikkate alınabileceğini, başka bir deyişle, bu
durumda ödenecek SKDM bedelinin azaltılabileceğini öngörmektedir (SKDM Tüzüğü
madde 9). İklim Kanunu’nun madde gerekçelerine bakıldığında, Türkiye’nin de ilk
aşamada bu ihtimali hayata geçirmek istediği görülmektedir (madde 9 gerekçesi).
Bununla birlikte, zaman içinde, Norveç, İzlanda ve Lihtenştayn gibi AB’nin
ETS’sinin bir parçası hâline gelmek veya İsviçre ve Birleşik Krallık
örneklerinde olduğu gibi kendi ETS’sini AB’nin ETS’si ile bağlantılandırmak
gibi alternatiflerin de –belki de gümrük birliğinin güncellenmesi sürecinin bir
parçası olarak– tartışılması mümkün olabilecektir.
Bunun yanı sıra, ETS ile ilgili uluslararası düzeydeki çeşitli çalışmaların
ve girişimlerin takip edilmesi de önem arz etmektedir. Örneğin Uluslararası
Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü (International Institute for Sustainable
Development (IISD)), Temmuz 2025’te sınırda karbon düzenleme mekanizmalarına
ilişkin bir rapor yayımlamıştır. Buna ek olarak, Japonya, Kore, Avustralya ve
Birleşik Krallık, 4 Temmuz 2025 tarihinde DTÖ’nün Ticaret ve Çevre Komitesi
nezdinde “Gömülü Emisyonların Ölçümüne Yönelik Bağlayıcı Olmayan Yöntem
Rehberi” başlıklı ortak bir bildiri sunmuştur. Bu bildiri, sınır ötesi ticarete konu mallarda
yer alan karbon emisyonlarının ölçümünde şeffaflık ve yöntemsel uyumun
artırılması hedefini taşımaktadır. Türkiye’nin İklim Kanunu ile birlikte
getirilen ETS’si, AB ile ilişkilerin yanı sıra bu tür uluslararası gelişmelerin
de yakından izlenmesini gerekli kılmaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, Türkiye’nin kendi ETS’sinin ve olası SKDM’sinin
geliştirmesinde temel itici gücün, AB’nin önemli bir ticaret ortağı olması ve
bu bağlamda SKDM ile karşı karşıya kalmak istememesi olduğu görülmektedir. Bu
nedenle, uluslararası düzeydeki
gelişmelerin yanı sıra, AB’deki gelişmeleri yakından takip etmek büyük
önem taşımaktadır. Zira AB ile Türkiye’nin sistemleri ne kadar uyumlu
çalışırsa, bu iki taraf arasındaki uluslararası ticaretin sürdürülebilmesi de o
ölçüde kolaylaşacaktır. Artık sırada, bir yandan Türkiye’nin kendi ETS’sinin ve
olası SKDM’sinin uygulamaya geçirilmesini beklerken diğer yandan uluslararası düzeydeki gelişmelerin yanı
sıra AB’deki gelişmeleri izlemek bulunmaktadır.
Bu yazıya atıf için: İlke Göçmen, “İklim Kanunu ve Emisyon Ticareti Sistemi: Avrupa Birliği’nin İzleri”, Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 18/7/2025, Link: <https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2025/07/ETSveSKDM.html>
Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.