10 September 2024

Avrupa Birliği Adalet Divanı Nezdindeki Ön Karar Prosedürü ile ilgili Değişiklikler

 



İlke Göçmen, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı / Jean Monnet Chair (2019-2022) / The Alexander von Humboldt Foundation – Georg Forster Research Fellow for Sustainable Development (2023-2024)


Giriş

Ön karar prosedürü, Avrupa Birliği’nin (AB’nin) ulusüstü sisteminin sui generis (kendine has) dava türlerinden bir tanesidir. AB, üye devletler tarafından kendisine devredilen yetkiyi kullanmak suretiyle gerek ulusal gerek uluslararası hukuktan ayrı ve bağımsız, ulusüstü nitelikli yeni bir hukuk düzeni oluşturmuştur. AB, bir başka ifadeyle özerk bir hukuk düzenine sahiptir. Bu özerk hukuk düzeninin uygulama alanı / coğrafyası ise üye devletlerin ülkeleridir. Dolayısıyla, bir üye devlet ülkesinde kendi hukuk düzeninin yanı sıra AB hukuk düzeni de bulunmaktadır. Bu arka planda, üye devlet mahkemeleri (ulusal mahkemeler), yeri geldiğinde, önlerindeki uyuşmazlıklara AB hukukunu uygulamaktadır. İşte ön karar prosedürü, bu gibi hallerde, AB hukukunun tam ve doğru olarak uygulanmasını sağlamak için Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ile ulusal mahkemeler arasındaki işbirliği platformu olarak hizmet etmektedir.

Ön karar prosedürü ile ilgili olarak, Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma (ABİHA) md. 267 temelinde, özetle şu tespitler yapılabilir. Ulusal mahkemeler, ön karar prosedürü aracılığıyla AB hukukunun yorumu ile AB tasarruflarının hukuka uygunluk denetimi ile ilgili soruları ABAD önüne götürebilmekte veya götürmekle yükümlü kılınmaktadır. Ulusal mahkemeler, ana hatlarıyla, ABAD’ın AB hukukunun yorumu veya AB tasarrufunun geçerlilik denetimi çerçevesinde aldığı karar ile bağlı olarak önlerindeki uyuşmazlığı çözmektedir. Ayrıca, her bir üye devlet mahkemesi, ABAD daha sonraki bir kararı ile dönmediği müddetçe, ön karar prosedürü çerçevesindeki önceki kararlar ile bağlı sayılmaktadır. Bu arka planda, ön karar prosedürü; AB hukukunun yeknesak / birörnek uygulanması, AB hukukunun etkililiği veya etkili uygulanması, AB hukukunun gelişmesi gibi önemli işlevleri yerine getirmektedir.

Ön karar prosedürünün yukarıda işaret edilmeye çalışılan önemi karşısında, bu prosedür ile ilgili değişiklikler de önemli hale gelmektedir. İşbu blog yazısı ile konuyla bağlantısı nedeniyle ABAD’ın tarihsel gelişimiyle ilgili ön tespitleri takiben ön karar prosedürü ile ilgili değişiklikler ikiye ayrılarak incelenecektir. (Konuyla ilgili diğer çalışmalar için örneğin bkz. (1) ve (2).)

Ön Tespit: Avrupa Birliği Adalet Divanının Tarihsel Gelişimi

Ön karar prosedürü ile ilgili değişikliklerden bir sonraki başlık altında olanı anlayabilmek için, öncelikle, ABAD’ın tarihsel gelişimine değinmek gerekir. Avrupa bütünleşmesinin yargı ayağı tek bir mahkeme ile başlatılmıştır. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (1952) ile bir “Adalet Divanı” oluşturulmuş, daha sonra Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (1958) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (1958) ile de ayrı ayrı birer “Adalet Divanı” kurulmuştur. Bununla birlikte Avrupa Topluluklarının Bazı Ortak Kurumlarına Dair Sözleşme ile aynı yıl (1958) her üç Topluluk için tek bir Adalet Divanı tesis edilmiştir. Avrupa bütünleşmesinin yargı ayağı o andan itibaren “Avrupa Toplulukları Adalet Divanı” olarak anılmaya başlanmıştır. Avrupa Birliği (1993) ise, Avrupa Toplulukları ile aynı kurumsal çerçeveyi kullanmaktadır. Dolayısıyla dört kurucu antlaşma tek bir (aynı) “Adalet Divanı”na sahiptir.

Avrupa bütünleşmesinin yargı ayağı daha sonra ise birden çok mahkemeyi içeren bir yapıya evrilmiştir. Öncelikle Avrupa Tek Senedi’nin (1987) getirdiği imkân aracılığıyla Adalet Divanına bağlı bir “İlk Derece Mahkemesi” kurulmuştur. Sonra, Nice Antlaşması (2003) ile birlikte Adalet Divanı ve İlk Derece Mahkemesi birbirinden ayrılmıştır. Ayrıca, Nice Antlaşması’nın getirdiği imkân aracılığıyla İlk Derece Mahkemesine bağlı bir “Personel Mahkemesi” kurulmuştur.  

Avrupa bütünleşmesinin yargı ayağı, kurucu antlaşmalardaki en son esaslı değişiklik olan Lizbon Antlaşması (2009) ile birlikte şu şekilde ele alınmaktadır: Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD); Adalet Divanı, Genel Mahkeme (eski adıyla İlk Derece Mahkemesi) ve ihtisas mahkemelerinden oluşur. Personel Mahkemesi, tek ihtisas mahkemesi olarak 1 Eylül 2016’ya kadar var olmuştur. ABAD, bu tarihten bu yana sadece Adalet Divanı ve Genel Mahkemeden oluşmaktadır.

Ön karar prosedürü ile ilgili püf noktası ise şöyle dile getirilebilir. Ne zaman ki Avrupa bütünleşmesinin yargı ayağı birden çok mahkemeden oluşmaya başlamıştır, o zaman kurucu antlaşmalardaki yargı yetkisi başlıklarının bu mahkemeler arasındaki dağılımını yapmak gerekmiştir. Ön karar prosedürü, AB hukukunun yorumu veya AB tasarrufunun geçerlilik denetimi ile ilgili olduğu ve dolayısıyla AB hukukunun yeknesak / birörnek uygulanması, AB hukukunun etkililiği veya etkili uygulanması ve AB hukukunun gelişmesi gibi önemli işlevleri yerine getirdiği için, şimdiye kadar hep, Adalet Divanının yargı yetkisi içinde tutulmuştur. Tarihsel olarak bakıldığında ilk kez Nice Antlaşması (2003) spesifik alanlar bakımından ön karar prosedürü görme yetkisinin Genel Mahkemeye transferi imkânını getirmiştir (madde 225(3)), ancak Lizbon Antlaşması (2009) ile yinelenen (madde 256(3)) bu imkân ilk kez 2024 yılında kullanılmıştır.

Adalet Divanından Genel Mahkemeye Ön Karar Prosedürü Görme Yetkisi Transfer Edilen Altı (6) Spesifik Alan

2024 yılı değişikliği ile Genel Mahkeme, ilk kez, altı (6) spesifik alan bakımından ön karar prosedürü görme yetkisi kazanmıştır. Bu yönden, ABAD Statüsü, 2024/2019 sayılı Tüzük ile değiştirilmiş olup bu değişiklik genel olarak 1 Eylül 2024 tarihinde yürürlüğe girmiştir (madde 4). Bununla birlikte, ön karar prosedürü yönünden Adalet Divanından Genel Mahkemeye altı (6) spesifik alanın transferi 1 Ekim 2024 tarihinde işlerlik kazanacaktır (madde 2(1)).

ABAD Statüsü madde 50b konuyla ilgili şu düzenlemeyi getirmektedir. Maddi yönden, Genel Mahkeme, şu spesifik alanlardan birinin veya birkaçının münhasıran içinde kalan ön karar prosedürü talepleri hakkında karar vermeye yetkili kılınmıştır:

1. katma değer vergisi ortak sistemi,

2. özel tüketim vergileri,

3. Gümrük Kodu,

4. Kombine Nomenklatür kapsamındaki malların tarife sınıflandırması,

5. uçağa binmenin reddedilmesi veya taşımacılık hizmetlerinin tehiri veya iptali durumunda yolculara yönelik tazminat ve yardım,

6. sera gazı emisyonu pay ticareti sistemi.

Yukarıdaki altı (6) spesifik alan, ABAD Basın Açıklamasına göre, “açıkça tanımlanmış ve diğer alanlardan yeterince ayrılabilir olan”, “Adalet Divanının geniş kapsamlı içtihat hukukundan faydalanan” ve “nadiren ilkesel sorunlara yol açabilecek” alanlar olarak nitelendirilmiştir. Dahası, bu altı (6) spesifik alan ön karar prosedürü başvurularının “yaklaşık %20’sini oluşturmakta” olduğundan, “Adalet Divanının iş yükünü gerçek anlamda azaltmaya yetecek kadar yüksek sayıda” olduğu da ifade edilmiştir. Adalet Divanı, böylelikle “AB’nin yüksek ve anayasa mahkemesi olma rollerine daha fazla odaklanabilecek”tir.

Maddi yönden, ön karar prosedürü bakımından Genel Mahkeme ile Adalet Divanının yargı yetkisi arasındaki ilişki ise şöyle aydınlatılabilir. Adalet Divanının, şu kaynaklarla ilgili bağımsız sorular doğuran ön karar prosedürü talepleri hakkında karar vermeye yetkisi açıkça saklı tutulmuştur: birincil hukukun, uluslararası kamu hukukunun, Birlik hukukunun genel ilkelerinin veya Avrupa Birliği Temel Haklar Şartının yorumu. Dahası, Adalet Divanı, altı (6) spesifik alandan birinin veya birkaçının münhasıran içinde kalmayan, başka bir ifadeyle bu altı (6) spesifik alan dışında bir başka alanla da ilgili olan, ön karar prosedürü talepleri hakkında karar vermeye devam edecektir.

Usuli yönden, ön karar prosedürü bakımından Genel Mahkeme ile Adalet Divanının yargı yetkisi arasındaki ilişki ise şöyle belirlenmiştir. Üye devlet mahkemeleri / ulusal mahkemeler, ön karar prosedürü başvurularını Adalet Divanına gerçekleştirecektir. Adalet Divanı, ön karar prosedürü talebinin yukarıdaki altı spesifik alandan birinin veya birkaçının münhasıran içinde kaldığını doğruladıktan sonra talebi Genel Mahkemeye transfer edecektir. Genel Mahkeme ise, bu talebi ön karar prosedürü görmek için belirlediği dairelerden birine atayacaktır. Ayrıca, Genel Mahkeme, davanın Birlik hukukunun birliğini veya tutarlılığını etkileyebilecek bir ilke kararı gerektirdiği kanısına varırsa, davayı karar vermesi için Adalet Divanına gönderebilecektir.

Ön Karar Prosedürü ile ilgili Diğer Değişiklikler

2024 yılı değişikliği (2024/2019 sayılı Tüzük), ön karar prosedürü ile ilgili olarak –bir önceki başlık altında ele alınana ek olarak– iki yenilik daha içermektedir.

Birincisi, ön karar prosedürü başvurularının bildirildiği kişiler genişletilmiştir (madde 1(1/a)). Halihazırda, ön karar prosedürü başvuruları tüm üye devletlere ve Komisyona bildirilmektedir. Değişiklik ile birlikte, bu başvurular artık Avrupa Parlamentosuna, Konseye ve Avrupa Merkez Bankasına da bildirilecektir. Böylece, ABAD Basın Açıklamasına göre, bu kişiler, “ihtilaflı konulara özel bir ilgileri olup olmadığını değerlendirebilir ve dava beyanları veya yazılı gözlemler sunma haklarını kullanmak isteyip istemediklerine karar verebilir”.

İkincisi, ön karar prosedürünün “şeffaflığı ve açıklığını güçlendirmek için” birtakım değişiklikler yapılmıştır. Artık, “ilgili bir kişi tarafından sunulan dava beyanları veya yazılı görüşler, ilgili kişi yayına itiraz etmedikçe, davanın kapanmasından sonra makul bir süre içinde [ABAD’ın] web sitesinde yayınlanacaktır” (madde 1(1/b)). Böylece, ABAD Basın Açıklamasına göre, “Adalet Divanının ve Genel Mahkemenin kararlarının daha iyi anlaşılmasına imkân tanınacaktır”.

Sonuç

Ön karar prosedürü ile ilgili 2024 yılı değişiklikleri, önemli bir evreyi temsil etmekte olup ana hatlarıyla iki amaçla tasarlanmış gözükmektedir. Bunlardan ilki, Adalet Divanının iş yükünü hafifletmektir. Örnekleyecek olursak ön karar prosedürü, 2023 yılında tamamlanan davalara ilişkin veriye bakıldığında, 532 dava ile Adalet Divanının iş yükünün %67.94’ünü oluşturmaktadır (sayfa 13). ABAD Basın Açıklaması ile hesaplandığı gibi, altı (6) spesifik alan ön karar prosedürü başvurularının “yaklaşık %20’sini oluşturmakta” ise yaklaşık 100 dava Adalet Divanının iş yükünden düşecek gözükmektedir. Diğer taraftan, Genel Mahkeme, artık, her üye devletten gelen iki hakim, dolayısıyla toplam 54 hakim ile oluştuğu için üstleneceği iş yükünü karşılayabilecek gözükmektedir. 

2024 yılı değişikliklerinin tasarım amaçlarından ikincisi ise ana hatlarıyla ön karar prosedürünün meşruiyetini güçlendirmek olarak görülebilir. Yukarıda değinildiği üzere, ön karar prosedürü, AB hukukunun tam ve doğru olarak uygulanmasını sağlamak için ABAD ile ulusal mahkemeler arasındaki işbirliği platformu olarak hizmet etmektedir. Aynı zamanda, ön karar prosedürü, AB hukukunun yeknesak / birörnek uygulanması, AB hukukunun etkililiği veya etkili uygulanması ve AB hukukunun gelişmesi gibi önemli işlevleri yerine getirmektedir. Bu nedenle de, 2024 yılı değişiklikleri, bir yandan Avrupa Parlamentosuna, Konseye ve Avrupa Merkez Bankasına da bildirimde bulunmak suretiyle katılımcılığı genişleterek, diğer yandan sunulan dava beyanlarını veya yazılı görüşleri web sitesine yüklemek suretiyle şeffaflığı ve açıklığı arttırarak, aslında, ön karar prosedürünün meşruiyetini güçlendirmeye çaba harcamaktadır. (Not düşmek gerekir ki değişiklikler, bu yönüyle, akademik çalışmalar açısından da önemli bir kaynak oluşturma potansiyeline sahiptir.)

2024 yılı değişikliklerinin uzun vadede genel olarak AB hukukunun özel olarak ön karar prosedürünün işleyişini nasıl etkileyeceği zamanla daha iyi anlaşılacaktır, ancak bu değişikler şimdiden önemli bir evreyi temsil etmektedir.


Bu yazıya atıf için: İlke Göçmen, “Avrupa Birliği Adalet Divanı Nezdindeki Ön Karar Prosedürü ile ilgili Değişiklikler”, Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 10/9/2024, Link: <https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/09/onkararprosedurundekidegisiklikler.html>


Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.


22 August 2024

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) – Genel Mahkeme Hakimlerinin Atanması: C-119/23 Valančius Kararı



Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) – Genel Mahkeme Hakimlerinin Atanması: C-119/23 Valančius Kararı



 

Merve Ağzıtemiz, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, AB Hukuku Anabilim Dalı

 

Fotoğraf: AvjoskaWikimedia Commons


GİRİŞ

 

ABAD 29 Temmuz 2024 tarihinde Valančius (C-119/23) davasındaki kararını açıklamıştır. Bu dava ile ABAD, bir üye devletin, ulusal bağımsız uzmanlar grubunca hazırlanan listede yer alan adaylar arasından, bu listedeki en üst sıradaki adaydan farklı bir adayı ABAD hakimi olarak önerebileceği yönünde karara varmıştır. Bununla birlikte, önerilen ABAD hakim adayının Antlaşmalar tarafından belirlenen gereklilikleri karşılaması koşulu da saklı tutulmaktadır.

Valančius kararının önemi ile ilgili olarak da şu tespitlerde bulunulabilir. Birincisi, bu dava Büyük Dairede görülmüştür. İkincisi, Çekya, İrlanda, Macaristan, Hollanda, Polonya, İsveç ve Avrupa Komisyonu davaya ilişkin gözlemlerini sunmuştur. Üçüncüsü, hukuk sözcüsü Emiliou, 18 Nisan 2024 tarihinde Gerekçeli Görüşünü vermiştir. Adalet Divanı, dava konusu olayın hiçbir yeni hukuksal sorun ortaya çıkarmadığı görüşündeyse davanın Hukuk Sözcüsünün görüşü olmaksızın yürütülmesine karar verebilmektedir (Adalet Divanı Statüsü m.20). O halde, Adalet Divanı, bu davada Hukuk Sözcüsünün görüşü alındığına göre, dava konusu olayın yeni hukuksal sorun ortaya çıkardığı kanaatini taşımaktadır şeklinde bir yorum yapılabilecektir. Dördüncüsü, bu karar, “medya ilgisini çeken veya vatandaşların yaşamında etki doğuran konular hakkında” kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlayan basın açıklamaları ve dava özetleri arasında kendisine yer bulmuştur.

Bu yazıda öncelikle ve kısaca ABAD’nin genel yapısı ve hakimlerin seçimi üzerinde durulacak sonrasında ise davanın vakaları ortaya koyularak ABAD’nin kararı incelenecektir.

 

1-    ABAD’IN YAPISI ve HAKİMLERİN SEÇİLME USULÜ


ABAD, Antlaşmalar’ın yorumlanmasında ve uygulanmasında hukuka riayet edilmesini sağlayan Avrupa Birliği (AB) kurumudur. AB Antlaşması’nın 19. maddesinde belirtildiği üzere, ABAD; Adalet Divanı, Genel Mahkeme ve ihtisas mahkemelerinden oluşur. Güncel olarak ABAD, Adalet Divanı ve Genel Mahkeme’den oluşmaktadır.

Adalet Divanı, her üye devletten bir hakimden oluşur ve Adalet Divanı’na hukuk sözcüleri yardımcı olur. Genel Mahkeme, her üye devletten en az bir hakimden oluşur. (AB Antlaşması m.19/2) Söz konusu davaya konu olan Genel Mahkeme hakimlerinin sayısı, Avrupa Birliği Adalet Divanı Statüsü’nde belirlenmektedir. Her iki mahkemenin hakimleri, temel bir nokta olarak, bağımsızlıkları şüphe götürmeyen ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın (ABİHA) 253 ve 254. maddelerinde öngörülen koşulları karşılayan kişiler arasından seçilmelidir.

Genel Mahkeme hakimleri, bağımsızlıkları şüphe götürmeyen ve yüksek yargı makamlarına atanmak için gerekli niteliklere sahip kişiler arasından seçilmelidir. Üyeler, üye devlet hükümetlerinin mutabakatıyla altı yıllık bir süre için atanmaktadır. Ancak bu atamada usuli bir ara basamak da bulunmaktadır. Buna göre, bu mutabakattan önce, ulusal prosedürler çerçevesinde belirlenen adayların Genel Mahkeme hakimliği görevlerini yerine getirme bakımından yeterli olup olmadıkları konusunda görüş vermek üzere bir komite bulunmaktadır. (ABİHA m.255) (255. madde Komitesi)

255. madde Komitesi, Adalet Divanı’nın ve Genel Mahkeme’nin eski üyeleri, ulusal yüksek mahkeme üyeleri ve yetkinliği kabul edilmiş hukukçular arasından seçilen ve biri Avrupa Parlamentosu tarafından önerilen yedi kişiden oluşmaktadır. Konsey, bu Komitenin çalışma kurallarını belirleyen bir karar ve Komite üyelerinin atanmasına ilişkin bir karar kabul etmektedir.

 

2-    VAKALAR


Bay Virgilijus Valančius, Litvanya Hükümeti tarafından aday gösterildikten sonra 13 Nisan 2016 tarihinde Genel Mahkeme hakimi olarak atanmıştır. Bay Valančius’un görev süresi 31 Ağustos 2019'da sona ermiş, ancak Avrupa Birliği Adalet Divanı Statüsü'nün 5. maddesi uyarınca bu tarihten sonra da görevine devam etmiştir.

Litvanya Hükümeti, 31 Temmuz 2019 tarihli bir kararla, Litvanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Litvanya Parlamentosu'ndan Bay Valančius'un görev süresinin uzatılması için adaylığına onay vermelerini talep etmiştir. Bu adaylık, ilgili üç ulusal kurum arasında bir uzlaşmaya varılamaması nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmış, bunun üzerine Mart 2021'de Genel Mahkeme hakimliğine aday belirlenmesi amacıyla adaylık çağrısı yapılmıştır. Seçim süreci ulusal hukuk çerçevesinde belirlenmiş ve bu işlemi yürütmek üzere bağımsız uzmanlardan oluşan bir grup kurulmuştur.

Ulusal seçim prosedürü çerçevesinde potansiyel adaylar değerlendirilmiş ve hakim olarak seçilme kriterlerini karşıladığı tespit edilen sekiz kişilik bir liste üzerinde mutabık kalınmıştır. Bu liste, kişilerin puanlarına göre azalan sırayla düzenlenmiştir. Bay Valančius, bu başarı listesinde en uygun aday olarak belirlenmiştir. 6 Nisan 2022 tarihinde, Litvanya Hükümeti, listede ikinci sırada yer alan kişinin adaylığını Litvanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Litvanya Parlamentosu'nun onayına sunmuştur. 4 Mayıs 2022 tarihli bir kararla listedeki bu ikinci kişi Genel Mahkeme hakimliği için aday olarak gösterilmiştir. Bay Valančius, 18 Mayıs 2022 tarihinde bu duruma ilgili ulusal mahkeme nezdinde itiraz etmiştir.

5 Temmuz 2022 tarihinde, (ABİHA) 255. madde Komitesi bu aday hakkında olumsuz bir görüş bildirmiştir. Bunun üzerine Litvanya Hükümeti, listede üçüncü sırada bulunan kişinin aday olarak gösterilmesi yönündeki kararını almıştır. 255. madde Komitesi'nin olumlu görüşünün ardından, üçüncü sıradaki bu kişi, üye devlet hükümetlerinin de mutabakatıyla Genel Mahkeme hakimi olarak atanmış ve 27 Eylül 2023 tarihli Genel Mahkeme oturumunda yemin etmiştir. Bu noktada Bay Valančius’un Genel Mahkeme yargıçlığı görevi sona ermiştir. (Vakalara ilişkin olarak bkz. para. 6-20 ve Hukuk Sözcüsü görüşü para.7 vd.)

Ulusal mahkeme, AB Antlaşması'nın 19/2. maddesinin üçüncü bendi ve ABİHA’nın 254. maddesinin ikinci fıkrasının, özellikle, Genel Mahkeme hakimliğine aday göstermeye yönelik ulusal prosedürler üzerindeki etkisiyle ilgili olarak yoruma ihtiyaç duymuştur. Dolayısıyla bu konuda yorumunu talep ederek sorusunu ön karar prosedürü çerçevesinde ABAD’ye yöneltmiştir.

 

3-    KARAR

ABAD, ön karar prosedürünün çerçevesinde mahkemenin yetkisine ve kabul edilebilirliğe ilişkin tespitlerde bulunduktan sonra esastan denetime geçmiştir.

 

Ön karar Prosedürü çerçevesinde ABAD’nin yetkisi:


ABAD, söz konusu ön karar prosedürü çerçevesindeki yetkisine ilişkin bazı tespitlerde bulunmuştur. Buna göre, davaya ilişkin yazılı görüş sunan kimi üye devletler, Adalet Divanı'nın ön karar talebi üzerinde karar verme yetkisine sahip olup olmadığı konusunda şüphelerini belirtmiştir. Bu görüşlerde, Genel Mahkeme hakimlerinin atanma sürecinin farklı aşamalardan oluştuğu ve ilk aşamanın tamamen ulusal hukuk çerçevesinde olmak üzere adayın ulusal düzeyde önerilmesi olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda, ilgili hükümetlere göre söz konusu süreç, Antlaşmaların düzenlemeleri dışında kalmakta ve Adalet Divanı'nın, bu alanda karar verme yetkisi bulunmamaktadır. Ayrıca, bu hükümetlerden bazıları, hakim atama sürecinin, üye devletlerin hükümetlerinin ortak mutabakatıyla alınan bir kararla sona erdiğini ve bu kararın Adalet Divanı tarafından denetime tabi olmadığını savunmaktadır. (para. 26-27)

ABAD’ye göre, Genel Mahkeme hakimi olarak atanma süreci üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada, ilgili üye devlet hükümeti, bir aday önerir ve bu öneriyi Konsey Genel Sekreterliği'ne iletir. İkinci aşamada, 255. madde Komitesi, ABİHA’nın 254. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen gereklilikler ışığında, adayın Genel Mahkeme hakimi görevlerini yerine getirme uygunluğu konusunda bir görüş bildirir. Üçüncü aşamada ise, üye devletlerin hükümetleri, temsilcileri aracılığıyla ve oybirliği ile alınan bir kararla adayı Genel Mahkeme hakimi olarak atamaktadır. (para. 29)

ABAD’ye göre, üye devlet hükümetlerinin Genel Mahkeme hakimliği için aday önerme kararları, AB Antlaşması ve ABİHA’da düzenlenen atama sürecinin ilk aşamasını oluşturur. Dolayısıyla, böyle bir karar bu hükümlerin kapsamına girmektedir. Her ne kadar aday belirleme kararı üye devletlerin yetkisinde kalmaktaysa da bu yetkinin kullanımı AB hukukundan kaynaklanan yükümlülükler ile uyumlu olmak durumundadır. Dolayısıyla söz konusu olay ABAD’nin yargı yetkisi içerisine girmektedir.

Buna ek olarak, üye devlet hükümetlerinin mutabakatıyla karar alınmasına ilişkin iddia, ABAD tarafından, söz konusu ön karar prosedürüyle ilgisiz bulunmuştur. (para. 30-33) Sonuç olarak ABAD, söz konusu ön karar başvurusu bakımından karar verme yetkisine sahip olduğunu göstererek bu konudaki değerlendirmesini tamamlamıştır.

 

Kabul Edilebilirlik:


ABAD burada, ön karar prosedürünün kabul edilebilir olduğunu tespit etmiştir. ABAD, Antlaşmalar’ın yorumu ve Birlik kurum, organ, ofis veya ajanslarının tasarruflarının geçerliliği ve yorumu hakkında ön karar verme yetkisine sahiptir. Bu tür bir sorunun bir üye devlet mahkemesinde ortaya konması halinde, ulusal mahkeme kendi kararını vermek için konuya ilişkin bir karara gerek duyarsa, ABAD’den bu sorun hakkında karar vermesini talep edebilmektedir. (ABİHA m.267)

Litvanya’ya göre, ulusal mahkeme önündeki olay ile Anlaşma’nın ilgili maddelerinin yorumunun bağlantısı bulunmamaktadır. Ayrıca, ulusal mahkemenin ABAD’ye yönelttiği sorunun hipotetik olduğu da iddia edilmiştir. Son olarak, söz konusu sorulara cevap vermeye yer olmadığı, Genel Mahkeme’ye hakim atanma süreci sona erdiği için uyuşmazlığın amacının ortadan kalktığı öne sürülmüştür. (para. 35)

ABAD’ye göre, yukarıda da belirtildiği üzere her ne kadar aday belirleme kararı üye devletlerin yetkisinde kalmaktaysa da bu yetkinin kullanımı AB hukukundan kaynaklanan yükümlülükler ile uyumlu olmak durumundadır. (para.38-39) Ayrıca, ulusal mahkeme önündeki uyuşmazlık, söz konusu ulusal hükümlerin AB Hukuku ışığındaki hukukiliğini sorgulamakta ve bu bağlamda hipotetik bir soru olarak değerlendirilmemektedir. (para. 40)

Son olarak, ABAD, başka bir kişinin Genel Mahkeme hakimi olarak atanmış olması nedeniyle, ön karar prosedürü çerçevesinde yöneltilen sorulara cevap verilmesinin artık gerekli olmadığı yönündeki iddiayı ele almıştır. Buna göre ABAD, önünde bulunan dosyadan, ulusal mahkeme önündeki davadaki davacının davasını geri çektiği, taleplerinin karşılandığı veya artık karşılanamayacağı ve bu nedenle uyuşmazlığın açıkça amacını yitirdiği anlaşılmadığından, yöneltilen sorulara cevap verilmesinin, ilgili mahkemenin bu uyuşmazlık hakkında karar vermesini sağlamak için hala gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Bu bakımdan kabul edilebilirlik yönünden kararını vermiştir. (para. 41-43.)

 

Ön Karar Prosedürü Çerçevesinde Yöneltilen Soru ve ABAD'nin Kararı:


            ABAD, öncelikle ulusal mahkemenin sorusunu yeniden formüle etmiştir. ABAD’ye göre, AB Antlaşması'nın 19/2. maddesinin üçüncü bendi ile ABİHA'nın 254. maddesinin ikinci fıkrasının, bir üye devlet hükümetinin, Genel Mahkeme hakimliği için adayları değerlendirmekle ve bu hükümlerde belirtilen şartları karşılayan adayların yer aldığı bir liyakat listesi hazırlamakla görevli bağımsız bir uzmanlar grubunu kurmuş olması durumunda, bu listede en üst sırada yer alan aday dışında başka bir adayı önermesini engelleyip engellemediğinin yorumlanması hususu sorulmaktadır. (para.44)

            ABAD öncelikle, kişi haklarının ve üye devletler için ortak olan değerlerin (AB Antlaşması m.2) korunması açısından hakimlerin bağımsızlığının önemine vurgu yapmıştır. Bu bağlamda, ABAD’a göre yargı bağımsızlığı, AB’nin ortak hukuki kimliğini tanımlayan ve hem AB hem de üye devletlerce uyulması zorunlu olan ve AB Antlaşması'nın 2. maddesinde yer alan temel değerlerden birinin somut tezahürünü oluşturan bir kavramdır. ABAD’a göre, bu bağımsızlık gerekliliğinin dar/katı anlamda bağımsızlık ve tarafsızlık olarak iki yönü bulunmaktadır. Ayrıca bağımsızlık, yargılamanın özünde bulunduğundan ve AB Antlaşması’nın 19. maddesi hem ABAD hem de ulusal mahkemelere AB Hukuk düzenini sağlama yetkisini verdiğinden, bu unsurun gerekliliği her iki düzeyde de geçerlidir. (para.45-48)

    Bu bağlamda, hakimlerin atanmasını düzenleyen koşullar ve usul kuralları, atanan hakimlerin dış etkenlere karşı durabilmeleri ve çıkarlar karşısındaki tarafsızlıkları konusunda bireylerin makul şüphe duymasına neden olmayacak şekilde belirlenmelidir. Bu nedenle, bu koşul ve ayrıntılı usul kuralları, yalnızca talimat şeklindeki doğrudan etkileri değil, aynı zamanda hakimlerin kararlarını etkileyebilecek ve bağımsızlık veya tarafsızlık görüntüsünün eksikliğine yol açabilecek dolaylı etkileri de engelleyecek şekilde düzenlenmelidir. (para.51) Atama sürecinde yapılan bir usulsüzlük, özellikle de yürütme organı tarafından sürecin bütünlüğünü zedeleyebilecek ölçüde aşırı bir takdir yetkisi kullanmasının gerçek bir risk oluşturacak nitelikte ve ciddiyette olması şeklinde daha da önem kazanacaktır. Çünkü böyle bir usulsüzlük, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılama hakkının ihlaline yol açabilecektir. (para.52)

    Her üye devlet, Genel Mahkeme hakimliği için bir aday seçilmesi ve önerilmesi sürecini düzenleyip düzenlememe konusunda özgürdür. ABAD’ye göre, salt olarak yasama veya yürütme temsilcilerinin bu atama sürecine dahil olması, bireylerin aklında makul şüphelere yol açacak bir durum değildir. Bununla birlikte, bağımsız danışma organlarının sürece dahil edilmesi ve ulusal hukukta gerekçe belirtme zorunluluğunun bulunması, atamadan sorumlu kurumun takdir yetkisini sınırlayarak, atama sürecini daha objektif hale getirmeye katkıda bulunabilir. (para.55-56)

    Yukarıda da belirtildiği üzere, hakim adaylık koşulları açısından, üye devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmaktaysa da bu yetkinin kullanımı AB hukukundan kaynaklanan yükümlülükler ile uyumlu olmak durumundadır. (para.57) 255. madde Komitesi faaliyet raporlarından da görüleceği üzere, açık, şeffaf ve titiz bir seçim prosedürünün varlığı, önerilen adayın bu gerekliliklere uyumunu kontrol etmede önemli bir faktör olsa da, böyle bir prosedürün yokluğu, kendiliğinden, bu uyumu sorgulamak için bir temel teşkil etmemektedir. 255. madde Komitesi, müzakereler esnasında ve adaylarla ilgili olarak ek bilgi veya diğer materyallerin gönderilmesini üye devletten talep edebilecektir. Üye devletler ise dürüst işbirliği ilkesi (AB Antlaşması m.4) uyarınca bu bilgileri Komiteye iletmek durumundadır. (para.60-61) Dolayısıyla, burada, 255. madde Komitesi’nin detaylı bir incelemesinden bahsetmek mümkündür.

     ABAD önüne gelen olaydaki seçim usulünün makul şüphe doğurup doğurmadığı hususunu bu bilgiler ışığında yorumlamıştır. Buna göre, bir üye devlet, hakim adaylığı seçimi amacıyla bağımsız uzmanlardan oluşan bir grubun adayları değerlendirdiği ve Antlaşmalar tarafından belirlenen gereklilikleri karşılayan adayların listesinin oluşturulduğu bir prosedür belirlemiş olabilir. Bu durumda, üye devlet hükümetinin, aday listesindeki en üst sıradaki aday yerine başka bir adayı önermeyi seçmiş olması, bu önerinin, önerilen adayın bu gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda makul şüpheler doğuracağı sonucunu desteklemek için yeterli değildir. (para.63)

Ayrıca ABAD, ulusal aday önerme prosedürünün, 255. madde Komitesinin faaliyet raporlarında belirtilen gerekliliklere uygun bir şekilde belirlendiği ve bu süreçte listede ilk sırada yer alan adayın, üye devlet hükümetine sadece bir öneri niteliğinde bulunduğunun altını çizmiştir. (para.64) Üstelik, üye devlet hükümeti tarafından ulusal listenin üçüncü sırasından seçilen ve bildirilen hakim adayı, 255. madde Komitesi tarafından da uygun bulunmuştur. Bu uygun bulma ise (genel olarak değerlendirildiğinde) üye devlet hükümetlerinin aday belirleme kararının, Antlaşmalardaki gerekliliklere uygun olduğunu göstermektedir. (para.65)

          Sonuç olarak ABAD, ABİHA’nın 254. maddesinin, ABAD hakim adaylarını ulusal aşamada değerlendirerek bir liste oluşturacak bağımsız bir uzmanlar grubunun bulunması halinde, listede yer alan adaylar arasından en yüksek sıralamada olmayan ancak Antlaşmalarda belirlenen gereklilikleri karşılayan bir adayın önerilmesini engellemediği şeklinde bir sonuca varmıştır. (para.66)

           

           

SONUÇ:


ABAD bu kararıyla birlikte, Genel Mahkeme hakimlerinin seçilmesine yönelik kuralları yorumlamıştır. Genel olarak bakıldığında ABAD, bünyesindeki hakimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin AB hukuku tarafından çerçevesi çizilmiş bulunan bazı standartları bir ölçüde açıklığa kavuşturmuştur.


Burada sorgulanan temel konu, AB yargısal düzeni içerisinde yer alacak hakimlerin bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanmasında ne ölçüde başarılı olduğunun ortaya koyulabildiğidir. Buna göre, özellikle Antlaşmalarda açık bir düzenleme bulunmadığında, ulusal hukuk tarafından belirlenen atama usullerinin, belirli bir çerçevede AB Hukuku tarafından tanınan değerlerle uyumunun gözetilmesi gerektiği gösterilmiştir. Bununla birlikte, AB’nin temel değerlerine yapılan atıflarla birlikte, hukukun üstünlüğü ve bireylerin haklarının korunması gibi önemli ilkeler de desteklenmiştir.


Diğer bir taraftan ABAD, ön karar prosedürü çerçevesinde yaptığı bu yorumla birlikte, ulusal hukuk çerçevesinde alınan bir kararın, AB hukukundaki standartlar çerçevesinde uygulandığı müddetçe, ABAD tarafından değerlendirilebileceğini göstermektedir.



Bu yazıya atıf için: Merve Ağzıtemiz, "Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) – Genel Mahkeme Hakimlerinin Atanması: C-119/23 Valančius Kararı" Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 22.08.2024, https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/08/avrupa-birligi-adalet-divan-abad-genel.html


 











09 July 2024

2024/1760 sayılı Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’ne İlk Bakış

 


Fotoğraf Bilgileri: Image by RoadLight from Pixabay

 

İlke Göçmen, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı / Jean Monnet Chair (2019-2022) / The Alexander von Humboldt Foundation – Georg Forster Research Fellow for Sustainable Development (2023-2024)

 

Giriş

Avrupa Birliği (AB), 13 Haziran 2024 tarihinde, 2024/1760 sayılı Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’ni (Corporate Sustainability Due Diligence Directive) kabul etmiştir. Bu Direktif, 5 Temmuz 2024 tarihli Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Direktif, bu yayımı takip eden yirminci gün, yani 25 Temmuz 2024 tarihinde yürürlüğe girecektir (md. 38).

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’nin amacı ve önemi ise şöyle belirtilebilir. Bu Direktif’in amacı (Dibace 16, 19, 27 ve 28), AB iç pazarında etkin bir şirketin “sürdürülebilir kalkınmaya ve ekonomilerin ve toplumların sürdürülebilirlik dönüşümüne katkıda bulunmasını sağlamaktır”. Bu amaçla, işçi sayısı ölçütü ve/veya finansal ölçüt ile belirlenecek belirli büyüklükteki şirketler, ki bunlar AB üyesi devletlerden birisinin mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket (AB şirketi) veya üçüncü ülke mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket (üçüncü ülke şirketi) olabilir, sadece kendi faaliyetleri veya bağlı şirketlerinin faaliyetleri değil, aynı zamanda etkinlik zincirindeki iş ortaklarının faaliyetleri açısından da belirli yükümlülüklere tabi tutulmuştur. Ana hatlarıyla, Direktif’in amacına erişmek için ilgili şirketler, bu faaliyetlerdeki mevcut veya potansiyel olumsuz insan hakları ve çevresel etkileri belirleyecek ve gerektiğinde önceliklendirecek, potansiyel olanları önleyecek veya azaltacak, mevcut olanları sona erdirecek veya en aza indirecek ve bu etkiler karşısında çare sunacaktır. Bu yükümlülüklerin ihlalinden etkilenen kişiler de adalete ve hukuki çarelere erişim imkanına sahip kılınacaktır. Dolayısıyla, bu Direktif, belirli AB şirketleri ve Türkiye’de kurulanlar dahil üçüncü ülke şirketleri için “değer odaklı dönüşüm” getirmekte olup kayda değer önem taşımaktadır (Bkz. Dibace 4).

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi; 99 Dibace paragrafı, 39 madde ve 1 Ek’ten oluşmakta olup Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde 58 sayfa yer tutmaktadır. Dolayısıyla, bu Direktif’i bir blog yazısı ile tüketmek mümkün değildir (örneğin Verfassungsblog bu Direktif ile ilgili bir blog sempozyumu başlatmıştır). Bu nedenle, bu blog yazısı bu Direktif ile ilgili genel çerçeveyi aktarmaya çalışacaktır. Bu çerçevede, Direktif; tarihsel gelişimi, kapsamı, yükümlülükleri ile izleme ve uygulatma mekanizmaları yönlerinden kısaca açıklanacaktır.

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’nin Tarihsel Gelişimi

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’nin kökleri; uluslararası, ulusal ve ulusüstü alanda bulunabilmektedir (ayrıca bkz.) Uluslararası alanda, bu Direktif ile amaçlananlar, köklerini Birlemiş Milletler’deki İş Dünyası ve İnsan Hakları (Business and Human Rights) veya Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü’ndeki Sorumlu İş Yapma (Responsible Business Conduct) ile ilgili gelişmelerde bulmaktadır (Dibace 5 ve 6). Ulusal alanda, bu Direktif ile amaçlananlar, köklerini Fransa’nın 27 Mart 2017 tarihli Dikkat Görevi Kanunu (Loi relative au Devoir de Vigilance) ve Almanya’nın 1 Ocak 2023 yürürlük tarihli Tedarik Zincirlerinde Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Yükümlülükleri Kanunu (Gesetz über die unternehmerischen Sorgfaltspflichten in Lieferketten) ile ilgili gelişmelerde bulmaktadır (Bkz. Dibace 4 ve 31) (ayrıca bkz). Ulusüstü alanda, bu Direktif ile amaçlananlar, köklerini AB’nin anayasal metinlerinde (örneğin AB’nin değerleri ile ilgili AB Antlaşması md. 2 veya çevre politikası ile ilgili AB’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma md. 191) ile genel anlamda Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal) ile ilgili gelişmelerde bulmaktadır (Dibace 1 ve 2).

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’nin tarihsel gelişimi ise şu şekilde toparlanabilir. Konsey, 1 Aralık 2020 tarihinde küresel tedarik zincirlerinde insan hakları ve düzgün iş konusunda Sonuç Bildirgesi benimsemiştir (ST 13512/20) (Dibace 15). Avrupa Parlamentosu da, 10 Mart 2021 tarihinde kurumsal özen gereği ve kurumsal hesap verebilirlik konusunda Komisyona tavsiyelerde bulunan bir İlke Kararı benimsemiştir (2020/2129(INL)) (Dibace 15). Komisyon, 23 Şubat 2022 tarihinde Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi Tasarısını sunmuştur (COM(2022) 71 final). Tasarı ile ilgili pozisyonlar, Konsey tarafından 1 Aralık 2022 tarihinde ve Avrupa Parlamentosu tarafından 1 Haziran 2023 tarihinde ortaya konmuştur. Komisyon, Konsey ve Avrupa Parlamentosu, yasama tasarrufunun içeriğine ilişkin farklılıklar karşısında, üçlü görüşmeler neticesinde bir uzlaşı metni ortaya koymuştur. Nihai onay ise Avrupa Parlamentosu tarafından 24 Nisan 2024 tarihinde ve Konsey tarafından 24 Mayıs 2024 tarihinde ortaya konmuştur. Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi, 5 Temmuz 2024 tarihli Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Direktif, bu yayımı takip eden yirminci gün, yani 25 Temmuz 2024 tarihinde yürürlüğe girecektir (md. 38).

Bu tarihsel gelişim ile ilgili iki not düşülebilir. Birincisi, Komisyon, Konsey ve Avrupa Parlamentosu, kurumsal sürdürülebilirlik özen gereği ile ilgili birbirlerinden farklı genişlikte ve derinlikte tutum takındığı için (örneğin bkz) nihai metin tam anlamıyla bir uzlaşıyı yansıtmaktadır. İkincisi, bu uzlaşıya rağmen, işbu tasarının yasama tasarrufuna dönüşüp dönüşmeyeceği son dakikasına kadar tartışmalı olmaya devam etmiştir, başka bir ifadeyle kolay olmamıştır.

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi genel olarak ele alınırsa şu tespitler yapılabilir. Birincisi, bu Direktif, AB iç pazarı ile ilgili hukuki dayanaklar (ABİHA md. 50 ve md. 114) temelinde kabul edilmiştir. O halde, bu Direktif, 114. maddenin lâfzına atıfla, AB iç pazarının kurulması ve işleyişi amacıyla, üye devletlerin hukukunun yaklaştırılmasına ilişkin bir AB tasarrufu olarak görülebilir. Bu bakımdan, üye devletlerden bazıları bu konuda bağlayıcı düzenlemeler getirince AB, şirketler açısından doğan aynı düzeyde oyun alanı (level playing field) ihtiyacını karşılamak için ve “iç pazarda faaliyette bulunan işletmeler için hukuki kesinlik sunmak ve parçalanmadan kaçınmak amacıyla” harekete geçmiştir (Dibace 31). İkincisi, AB, kurumsal sürdürülebilirlik özen gereği ile ilgili bir Direktif benimseme tercihinde bulunmuştur. Direktif, kurucu antlaşmada “muhatap alınan her üye devleti, ulaşılması gerekli sonuçları itibarıyla bağlar, şekil ve yöntem seçimini ise ulusal otoritelere bırakır” şeklinde tanımlanmıştır (ABİHA md. 288). O halde, AB, tam anlamıyla birörneklik yerine biraz daha esneklik ve adaptasyon tercihinde bulunmuştur, denilebilir. Üçüncüsü, bu Direktif, ana hatlarıyla asgari uyumlaştırma türünde bir düzenleme olarak tasarlanmıştır, başka bir ifadeyle üye devletler, bu Direktif ile öngörülen koruma düzeyini aşağıya çekemeyecek olmakla birlikte daha yukarı taşıyabilecektir (md. 4). Dördüncüsü, bu Direktif, üye devletler tarafından ana hatlarıyla 26 Temmuz 2026 tarihine kadar iç hukuklarına aktarılacaktır (madde 37).

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi üç konu hakkında kural getirmektedir (md. 1). Birincisi, Direktif, şirketlerin mevcut ve potansiyel insan hakları olumsuz etkileri ve çevresel olumsuz etkileri konusunda yükümlülükleri hakkında kurallar getirmektedir. Bu yükümlülük; şirketin kendi faaliyetleri veya bağlı şirketlerinin faaliyetleri ile ilgili olabileceği gibi, bu şirketlerin etkinlik zincirlerindeki iş ortakları tarafından yürütülen faaliyetlerle de ilgili olabilir. İkincisi, bu Direktif, bu yükümlülüğün ihlal edilmesinden doğan sorumluluk hakkında kurallar getirmektedir. Üçüncüsü, bu Direktif, şirketlerin iklim değişikliğinin azaltılması için bir geçiş planı benimsemesi ve uygulamaya koyması yükümlülüğü hakkında kurallar getirmektedir.

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’nin Kapsamı

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi, her şirketi değil sadece belirli büyüklükteki AB şirketlerini ve üçüncü ülke şirketlerini –aşamalı bir şekilde– kapsamına almaktadır.

İlk olarak, 26 Temmuz 2027 tarihinden itibaren ana hatlarıyla şu şirketler kapsam dahilinde olacaktır (md. 37(1)). AB üyesi devletlerden birisinin mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket, ortalama çalışan sayısı 5.000’den fazlaysa (işçi sayısı ölçütü) ve yıllık mali tablolarının kabul edildiği veya kabul edilmesi gereken son mali yılda Dünya çapında net cirosu 1.500.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır. Üçüncü ülke mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket, şirketin son mali yıldan önceki mali yılda AB çapında net cirosu 1.500.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır.

İkinci olarak, 26 Temmuz 2028 tarihinden itibaren ana hatlarıyla şu şirketler kapsam dahilinde olacaktır (md. 37(1)). AB üyesi devletlerden birisinin mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket, ortalama çalışan sayısı 3.000’den fazlaysa (işçi sayısı ölçütü) ve yıllık mali tablolarının kabul edildiği veya kabul edilmesi gereken son mali yılda Dünya çapında net cirosu 900.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır. Üçüncü ülke mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket, şirketin son mali yıldan önceki mali yılda AB çapında net cirosu 900.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır.

Üçüncü olarak, 26 Temmuz 2029 tarihinden itibaren ana hatlarıyla şu şirketler kapsam dahilinde olacaktır (md. 37(1) ve 2). AB üyesi devletlerden birisinin mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket (AB şirketi), ortalama çalışan sayısı 1.000’den fazlaysa (işçi sayısı ölçütü) ve yıllık mali tablolarının kabul edildiği veya kabul edilmesi gereken son mali yılda Dünya çapında net cirosu 450.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır. Ayrıca, ana hatlarıyla, AB şirketi, bağımsız üçüncü taraf şirketlerle AB içinde bir franchising veya lisans anlaşması yapmışsa, şirketin yıllık mali tablolarının kabul edildiği veya kabul edilmesi gereken son mali yılda lisans ücreti 22.500.000 Avro’nun üzerindeyse ve Dünya çapında net cirosu 80.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır. Üçüncü ülke mevzuatına uygun olarak kurulan bir şirket (üçüncü ülke şirketi) ise, son mali yıldan önceki mali yılda AB çapında net cirosu 450.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır. Ayrıca, ana hatlarıyla, üçüncü ülke şirketi, bağımsız üçüncü taraf şirketlerle AB içinde bir franchising veya lisans anlaşması yapmışsa, ana hatlarıyla şirketin son mali yıldan önceki mali yılda AB çapında lisans ücreti 22.500.000 Avro’nun üzerindeyse ve net cirosu 80.000.000 Avro’nun üzerindeyse (finansal ölçüt) kapsam içinde kalacaktır.

Her durumda, Direktif, sadece söz konusu koşulların üst üste iki mali yılda karşılanması halinde uygulanacaktır (md. 2(5)). Üçüncü ülke şirketleri, ayrıca, faaliyet gösterdiği üye devletlerden birinde yerleşik veya mukim bir gerçek veya tüzel kişiyi yetkili temsilcisi olarak belirlemelidir (md. 23). Bundan başka, 2011/61 sayılı Direktif anlamında “Alternatif Yatırım Fonları” ile 2009/65 sayılı Direktif anlamında “Devredilebilir Menkul Kıymetlere Kolektif Yatırım Yapma Teşebbüsleri” bu Direktif’in kapsamı dışında bırakılmıştır (md. 2(8)). Düzenlenmiş finansal teşebbüsler de, etkinlik zincirlerinin aşağıya akış kısmı değil yalnızca yukarı akış kısmı bakımından Direktif’in kapsamına alınmış gözükmektedir (Dibace 26).

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi ve Yükümlülükler

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi, özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğü birbirinden ayrı ele almaktadır.

Özen Gereği Yükümlülükleri

Özen gereği yükümlülükleri, Direktif’in 7 ila 16. maddeleri aracılığıyla belirlenmiştir (md. 5(1)). Buna göre şirketler, risk temelli insan hakları ve çevresel özen gereği yükümlülükleri ile çevrelenmiştir. Bu yönden, özen gereği yükümlülükleri, ana hatlarıyla, belirli bir sonucu garanti etmeye (obligation of results) yönelik değil ancak belirli bir sonuca ulaşmak için uygun araçları kullanmaya (obligation of means) yöneliktir (Dibace 19). Kısaca belirtecek olursak;

(1) Entegrasyon: Şirketler, özen gereğini politikalarına ve risk yönetim sistemlerine entegre etmelidir (md. 7).

(2) Belirleme, Değerlendirme ve Önceliklendirme: Şirketler, kendi faaliyetlerinden veya bağlı şirketlerinin faaliyetlerinden ya da etkinlik zincirleriyle ilişkili olduğunda iş ortaklarının faaliyetlerinden kaynaklanan mevcut ve potansiyel olumsuz etkileri belirlemeli ve değerlendirmeli (md. 8) ve gerektiğinde önceliklendirmelidir (md. 9). Bu yönden, etkinlik zinciri ile şunlar ifade edilmektedir (md. 3(1/g)) (ayrıca bkz): Bir taraftan, bir şirketin mal üretimi veya hizmet sunumu ile ilgili olarak yukarı akış iş ortaklarının etkinlikleri söz konusudur, ki buna hammaddelerin, ürünlerin veya ürün parçalarının tasarımı, çıkarılması, kullanımı, imalatı, taşınması, depolanması ve tedariki ve ürünün veya hizmetin geliştirilmesi dahildir. Diğer taraftan, ana hatlarıyla, bir şirketin aşağıya akış iş ortaklarının bu şirketin ürününün dağıtımı, taşınması ve depolanmasıyla ilgili etkinlikleri söz konusudur.

(3) Olumsuz Etkileri Önleme, Azaltma, Sona Erdirme veya En Aza İndirme: Şirketler, 8. madde uyarınca belirledikleri veya belirlemiş olmaları gereken potansiyel olumsuz etkileri önlemek veya önlemenin mümkün olmadığı ya da hemen mümkün olmadığı durumlarda yeterince azaltmak için uygun önlemleri almalıdır (md. 10). Şirketler, ayrıca, 8. madde uyarınca belirledikleri veya belirlemiş olmaları gereken mevcut olumsuz etkileri sona erdirmek veya sona erdirmenin hemen mümkün olmadığı durumlarda en aza indirmek için uygun önlemleri almalıdır (md. 11).

(4) Çare Sunma: Şirketler, mevcut olumsuz etkiye tek başına veya ortaklaşa sebebiyet verdiyse düzeltici eylemde bulunmalıdır (çare sunmalıdır) (md. 12).

(5) Paydaşlarla Etkileşim: Şirketler, paydaşlarla etkili bir şekilde etkileşim kurmak için uygun önlemleri almalıdır (md. 13).

(6) Şikayet Prosedürü ve Bildirim Mekanizması: Şirketler, ilgili gerçek ve tüzel kişilerin, sendikaların ve diğer işçi temsilcilerinin ve sivil toplum örgütlerinin kendi faaliyetlerinden veya bağlı şirketlerinin faaliyetlerinden ya da etkinlik zincirleriyle ilişkili olduğunda iş ortaklarının faaliyetlerinden kaynaklanan mevcut ve potansiyel olumsuz etkiler hakkında meşru endişeleri karşısında kendisine şikayette bulunmasını sağlayacak bir şikayet prosedürü tesis etmelidir. Şirketler, ayrıca, mevcut ve potansiyel olumsuz etkiler hakkında bilgileri veya endişeleri olan kişiler ve birimler tarafından kendisine bildirim sunulmasını sağlayacak bir bildirim mekanizması da tesis etmelidir (md. 14).

(7) İzleme: Şirketler, kendi faaliyetleri veya bağlı şirketlerinin faaliyetleri ya da etkinlik zincirleriyle ilişkili olduğunda iş ortaklarının faaliyetleri çerçevesinde özen gereği yükümlülüklerini izlemek üzere dönemsel değerlendirme yapmalıdır (md. 15).

(8) İletişim Kurma: Şirketler, özen gereği konusunda kamuoyuna bilgi vermelidir (md. 16).

İklim Değişikliği ile ilgili Yükümlülük

İklim değişikliği ile ilgili yükümlülük Direktif’in 22. maddesi ile getirilmiştir. Buna göre şirketler, iklim değişikliğinin azaltılması için bir geçiş planı benimsemelidir ve uygulamaya koymalıdır. Buradaki amaç, ilgili şirketin iş modeli ve stratejisinin sürdürülebilir bir ekonomiye geçişle, Paris Anlaşması’ndaki küresel ısınmanın 1,5°C derece ile sınırlandırılmasıyla ve 2021/1119 sayılı Tüzük’teki iklim nötrlüğüne ulaşma hedefiyle uyumlu olmasını sağlamaktır. Bu geçiş planı, her on iki ayda bir güncellenmelidir ve şirketlerin ilgili hedeflere ulaşma yönünde kaydettiği ilerlemeye ilişkin açıklama içermelidir.

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi ve İzleme ve Uygulatma Mekanizmaları

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi, izleme ve uygulatma mekanizmaları yönünden denetim makamları, yaptırımlar, hukuki sorumluluk ve tam tazminat hakkı ile gözden geçirme ve raporlama ile ilgili düzenlemeler getirmektedir.

İlk olarak, denetim makamı ile ilgili düzenlemeler bulunmaktadır (örneğin bkz ve bkz.). Üye devletler, özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğe uyumu denetlemek üzere bir veya daha fazla denetim makamı belirlemelidir (md. 24). Birden fazla denetim makamı belirlenirse söz konusu denetim otoritelerinin yetkileri açıkça tanımlanmalıdır ve birbirleriyle işbirliği yapmaları sağlanmalıdır. Denetim makamı bağımsız olmalıdır ve çalışanlar da yetkilerini tarafsız, şeffaf ve mesleki gizlilik yükümlülükleri çerçevesinde kullanmalıdır. Komisyon, kendisine iletilecek olan denetim makamlarının listesini kamuya açık hale getirmelidir. Komisyon, ayrıca, bir Denetim Makamları Avrupa Ağı (European Network of Supervisory Authorities) kurmalıdır (md. 28).

Denetim makamı, en önemli görevlerinden birisi olarak soruşturma yetkisine sahiptir (md. 25). Bir ön tespit olarak, denetim makamı, görevlerini yerine getirmek için yeterli yetkilere ve kaynaklara sahip kılınmalıdır. Denetim makamı, kendiliğinden veya başvuru üzerine, özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğün bir şirket tarafından ihlal edilmiş olabileceğini gösteren yeterli bilgiye sahip olduğunu düşündüğünde, bir soruşturma başlatabilir. Soruşturma ilgili ulusal hukuk çerçevesinde yürütülür. Denetim makamı, soruşturma sonunda yükümlülüklere aykırılık bulursa ilgili şirkete düzeltici eylemde bulunması (çare sunması) için uygun bir süre verir. Bununla birlikte, düzeltici eylemde bulunma (çare sunma), Direktif md. 27 ve 29 uyarınca yaptırım vazedilmesinin veya hukuki sorumluluğun tetiklenmesinin önüne geçmez. İlgili gerçek ve tüzel kişiler, denetim makamının kendileriyle alakalı hukuken bağlayıcı kararlarına karşı etkili yargısal çare hakkına sahiptir. O halde, denetim makamı, şirketlerin özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğe uymasında başlıca kurumsal yapılanma olarak düşünülmüştür, denilebilir.

İkinci olarak, yaptırımlar ile ilgili düzenlemeler bulunmaktadır (md. 27). Üye devletler, bu Direktifi iç hukuka aktardıkları düzenlemelerinin ihlali karşısında etkili, orantılı ve caydırıcı yaptırımlar öngörmelidir. Bununla birlikte, üye devletler, en azından, para cezası ve bir şirket para cezasına uymadığında o şirketin adını ve ihlalin niteliğini belirten bir kamu açıklaması ile ilgili yaptırım getirmelidir. Ayrıca, para cezasının azami sınırı, para cezasının verilmesine karar verilen mali yıldan önceki mali yılda şirketin Dünya çapında net cirosunun %5’inden az olmamalıdır. O halde, para cezası, şirketlerin özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğe uymasında başlıca caydırıcı olarak düşünülmüştür, denilebilir.

Üçüncü olarak, hukuki sorumluluk ve tam tazminat hakkı ile ilgili düzenlemeler bulunmaktadır (md. 29) (örneğin bkz). Bir şirket belirli koşullar altında gerçek veya tüzel kişiye verilen zarardan sorumlu tutulabilmelidir. Buna göre; (i) Direktif Ekinde listelenen hak, yasak veya yükümlülük ilgili gerçek veya tüzel kişiyi korumayı amaçlamalıdır, (ii) ilgili şirket kasıtla veya taksirle 10. veya 11. maddedeki (olumsuz etkileri önleme, azaltma, sona erdirme veya en aza indirme yönündeki) yükümlülüklerine uymamış olmalıdır, (iii) bu uymama sonucu gerçek veya tüzel kişinin ulusal hukuk uyarınca korunan hukuki çıkarı zarar görmüş olmalıdır. Bununla birlikte, bir şirket, etkinlik zincirindeki iş ortaklarının neden olduğu zarardan ötürü sorumlu tutulamaz. İlgili gerçek veya tüzel kişi, bu koşullar sağlanıyorsa tam tazminat hakkına sahiptir, ancak bu, örneğin cezai zarar aracılığıyla aşırı tazminat sonucunu doğurmamalıdır. Bundan başka, Direktif, örneğin delillere erişimdeki güçlükler veya temsili davalar için yeterli mekanizmaların yokluğu gibi, olumsuz etkilerden etkilenen mağdurlar açısından adalete yönelik pratik ve usuli birtakım engellerle de ilgilenmektedir (Dibace 82). O halde, hukuki sorumluluk ve tam tazminat hakkı, şirketlerin özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğe uymadığı durumlar açısından netleştirilmeye çalışılmıştır, denilebilir.

Dördüncü olarak, Komisyon bakımından gözden geçirme ve raporlama ile ilgili düzenlemeler bulunmaktadır (md. 36). Komisyon, öncelikle, 25 Temmuz 2024 tarihinden sonra ve en geç 26 Temmuz 2026 tarihine kadar, düzenlenmiş finansal teşebbüslere özgü ek sürdürülebilirlik özen gereği yükümlülüklerinin gerekliliği hakkında Avrupa Parlamentosuna ve Konseye bir rapor sunacaktır. Komisyon, ayrıca, 26 Temmuz 2030 tarihine kadar ve bundan sonraki her üç yılda bir, bu Direktif’in uygulanması ve hedeflerine erişmekteki etkililiği hakkında Avrupa Parlamentosuna ve Konseye bir rapor sunacaktır. Bu raporlar, gerek duyulursa, yasama tasarrufu tasarıları ile desteklenecektir.

Sonuç

Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi, uzunca bir yasama sürecinin ardından artık 25 Temmuz 2024 tarihinde yürürlüğe girmeyi beklemektedir. Bu Direktif, yasama tasarrufuna dönüştüğü haliyle farklı gerekçelerle eleştiriliyor (örneğin bkz) olabilir. Buna karşın, belirli büyüklükteki AB şirketleri ve Türkiye’de kurulanlar dahil üçüncü ülke şirketleri aşamalı bir şekilde, yani 26 Temmuz 2027, 26 Temmuz 2028 ve nihayet 26 Temmuz 2029 tarihinden itibaren bu Direktif’teki özen gereği yükümlülükleri ile iklim değişikliği ile ilgili yükümlülüğe tabi tutulacaktır. Dahası, denetim makamları, bu yükümlülüklere uyumu denetlemek üzere, üye devletlerde kurulacaktır ve ihlal karşısında ilgili şirketin Dünya çapında net cirosunun %5’inden az olmayacak para cezası yaptırımı vazedilebilecektir. Bunun yanı sıra bu yükümlülüklere uyum, şirketlere yönelik hukuki sorumluluk ve buna karşılık mağdur gerçek ve tüzel kişilere yönelik tam tazminat hakkı ile desteklenecektir.

Başka bir ifadeyle, Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’nin yaşayan hukukun bir parçası olması zaman meselesidir. Dolayısıyla, takip eden süreçte, ana hatlarıyla, üye devletlerin bu Direktif’i gereği gibi iç hukuka aktarmak üzere ve ilgili şirketlerin bu Direktif’teki yükümlülükleri gereği gibi karşılamak üzere harekete geçmesi beklenmelidir. Son olarak, orta vadede, bu Direktif ile ilgili olarak, şirketler tarafından oluşturulacak şikayet prosedürü çerçevesinde, üye devletler tarafından kurulacak denetim makamları bünyesinde, ulusal mahkemeler önünde ve onlar aracılığıyla veya doğrudan Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde pek çok uyuşmazlık ile karşılaşmak olası gözükmektedir.

 

Bu yazıya atıf için: İlke Göçmen, “2024/1760 sayılı Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Gereği Direktifi’ne İlk Bakış”, Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 9/7/2024, Link: <https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/07/20241760-sayl-kurumsal.html>


Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.