Tuesday, February 20, 2024

Avrupa Birliği Hukuku Kapsamında Silme/Unutulma Hakkına ilişkin Sürelerin Yorumlanması: Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia (C-118/22) Kararı



Merve Ağzıtemiz, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı

Fotoğraf: Eser Sahibi: Ben Franske / wikimedia commons


GİRİŞ

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) 30 Ocak 2024 tarihinde Direktor na Glavnadirektsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia (C-118/22) davasındaki kararını açıklamıştır. Bu dava ile silme/unutulma hakkı çerçevesinde, hakkında mahkumiyet kararı bulunan kişilerin biyometrik ve genetik verilerinin saklanması hususu Avrupa Birliği (AB) Hukuku kapsamında ele alınmıştır. Bu karar AB’de biyometrik ve genetik verilerin işlenmesi hakkındaki önceki tarihli ABAD kararın bir devamı niteliğindedir. (bkz. Ministerstvo na vatreshnite raboti)

Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia kararının önemi ile ilgili olarak da şu tespitlerde bulunulabilir. Birincisi, bu dava Büyük Dairede görülmüştür. İkincisi, Çekya, İrlanda, İspanya, Hollanda, Polonya ve Avrupa Komisyonu davaya ilişkin gözlemlerini sunmuştur. Üçüncü olarak, Hukuk sözcüsü Pikamae 15 Haziran 2023 tarihinde Gerekçeli Görüşünü vermiştir. Adalet Divanı, dava konusu olayın hiçbir yeni hukuksal sorun ortaya çıkarmadığı görüşündeyse davanın Hukuk Sözcüsünün görüşü olmaksızın yürütülmesine karar verebilmektedir (Adalet Divanı Statüsü m.20). O halde, Adalet Divanı, bu davada Hukuk Sözcüsünün görüşü alındığına göre, dava konusu olayın yeni hukuksal sorun ortaya çıkardığı kanaatini taşımaktadır şeklinde bir yorum yapılabilecektir. Dördüncüsü, bu karar, “medya ilgisini çeken veya vatandaşların yaşamında etki doğuran konular hakkında” kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlayan basın açıklamaları ve dava özetleri arasında kendisine yer bulmuştur.

Bu yazıda öncelikle Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia davasının vakaları ortaya koyulacak sonrasında ise ABAD’ın kararı incelenecektir.


1.      VAKALAR

NG, yalan ifade verilmesine ilişkin bir soruşturma prosedürünün parçası olarak polis siciline kayıt edilmiştir. Söz konusu fiil ulusal hukuka göre bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu sürecin sonunda kendisi hakkında dava açılmış ve ardından söz konusu fiilden ötürü suçlu bulunarak bir yıl denetimli serbestlik cezasına çarptırılmıştır. Bu cezayı tamamladıktan sonra ise rehabilitasyona alınmıştır.

NG, rehabilitasyon sonrasında İçişleri Bakanlığının ilgili bölge makamına başvurarak kaydının polis kayıtlarından silinmesi yönünde talepte bulunmuştur. Bu talep, rehabilitasyon durumu da dahil olmak üzere kesin bir mahkûmiyet kararının, ulusal kanunda sınırlı şekilde sayılan silinme gerekçelerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. NG' nin bu karara karşı yaptığı itiraz da reddedildikten sonra NG, 2016/680 sayılı Direktifin düzenlemesine göre kişisel verilerin saklanmasının sınırsız bir süreyle uygulanamayacağını ileri sürerek, üst mahkemeye itirazda bulunmuştur. NG' ye göre ilgili kişi, cezasını tamamladıktan ve rehabilitasyondan yararlandıktan sonra da dahil olmak üzere, hakkında mahkûmiyet kararı bulunan suçla bağlantılı olarak toplanan bu tür verilerin silinmesi hakkını hiçbir zaman elde edememekte ve fiilen ‘sınırsız süreli’ bir depolama durumu oluşmaktadır.

Ulusal mahkeme bu bağlamda ilk olarak, polis kayıtlarına işlenme durumunun kişisel verilerin işlenmesi halini oluşturduğunu ve söz konusu işlemin 2016/680 sayılı Direktif kapsamında olduğunu belirtmiştir. İkinci olarak rehabilitasyonun, ulusal yasalarda sayılan kayıt silme gerekçelerinden birisi olmadığının ve bu nedenle polis kayıtlarının silinmesinin talep edilemeyeceğinin altını çizmiştir. Üçüncü olarak ise söz konusu Direktifin, toplanan verilerin gereğinden uzun saklanmasının önüne geçtiği, silinme/düzenli kontrole ilişkin zaman sınırları koyulması gerektiğini ortaya koyduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda ulusal mahkeme ön karar prosedürüyle söz konusu Direktifin, yetkili makamların; önleme tespit, soruşturma, davaların kovuşturulması ve cezaların infazı gibi durumlarda kişisel verileri sınırsız şekilde işleyebilme hakkına izin verip vermediği konusunda yorumunu talep ederek sorusunu ABAD’a yöneltmiştir. (Vakalara ilişkin olarak bkz. paragraflar 21-30) 


2.      KARAR

ABAD, ön karar prosedürünün çerçevesinde ulusal mahkeme tarafından kendisine gönderilen soruyu yeniden formüle ettikten sonra esastan denetime geçmiştir. 


Ön karar Prosedürü çerçevesinde yöneltilen soru:

ABAD, ön karar prosedürünün kabul edilebilir olduğunu doğrudan tespit etmeye gerek duymamış ancak ulusal mahkeme tarafından kendisine yöneltilen soruyu tekrardan formüle etmiştir. Buna göre ulusal mahkemenin yönelttiği sorunun özü aslında veri saklamanın zamansal sınırlarıyla ilgilidir. Nitekim yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere ulusal yasalarla kişisel verinin silinmesinin haklı gösterilmesine ilişkin hiçbir durumlar sınırlı şekilde düzenlenmiştir. Bu düzenleme, hakkında mahkûmiyet kararı bulunan ve rehabilitasyondan geçen bir kişinin bu olaya ilişkin kayıtlarının, ilgilinin ölümü haricinde süresiz olarak saklanmasına/işlenmesine yönelik söz konusu olayda uygulanamamıştır. Bu durum ise kişilerin temel haklarının korunmasına ilişkin soru işaretleri ortaya çıkarmıştır.

ABAD’a göre ulusal mahkeme söz konusu ulusal düzenlemelerin orantılılık ilkesiyle uyumunu sormaktadır. Nitekim 2016/680 sayılı Direktifin dibacesinde kişisel verilerin korunması hakkına ilişkin getirilen sınırlamaların AB Temel Haklar Şartının (ABTHŞ) ilgili maddeleriyle korunan temellerde olması gerektiği ve bunların orantılılık ilkesini de içerdiği vurgulanmıştır. Bunula birlikte ABAD, ulusal mahkemenin söz konusu Direktifin salt olarak tek maddesine ilişkin olan sorusunu Direktifin ilgili diğer maddelerine de genişletmiştir. (Paragraflar 31-36)

Sonuç olarak ABAD soruyu yeniden değerlendirmiş ve düzenlemiştir. Buna göre AB Hukukunun, rehabilite olsalar da hakkında re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan dolayı kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunan kişiler açısından, suçların önlenmesi, araştırılması ve tespiti, soruşturma ve kovuşturmaların yapılması veya cezaların infazı amacıyla biyometrik ve genetik veriler de dahil olmak üzere kişisel verilerin, söz konusu verileri silme hakkı verilmeden ilgili kişinin ölümüne kadar polis yetkilileri tarafından saklanmasını öngören ulusal mevzuatın önüne geçip geçmediği sorulmaktadır. (Paragraf 37)


Esastan Denetim:

ABAD esastan denetimi kapsamında (i) 2016/680 sayılı Direktif ve ABTHŞ ilgili maddeleri hakkında bazı ön tespitlerde bulunmuş ve devamında (ii) ilgili ulusal mevzuatın haklı gösterilip gösterilemeyeceğini değerlendirmiştir. Burada orantılılık ilkesi hakkındaki değerlendirmeler öne çıkmaktadır.


ABTHŞ ve 2016/680 sayılı Direktife İlişkin Ön Tespitler

ABAD ilk olarak 2016/680 sayılı Direktif ve ABTHŞ ilgili maddeleriyle ilgili genel tespitlerini ortaya koymuştur. Buna göre (i) ulusal hukukun, kamu güvenliği gerekçesiyle veri işlenmesine yönelik bir düzenlemesi bulunduğunun altını çizerek bu durumun 2016/680 sayılı Direktifin dışında kalacağını belirtmiştir. Söz konusu olayın Direktif kapsamına girdiğini ancak ulusal güvenlik söz konusu olduğunda işlenen verilerin hangi amaçla kullanıldığının değerlendirilmesinin (ki burada dar yorum yapılmalıdır) ulusal mahkemede olduğunu vurgulamıştır.  ABAD devamla (ii) ABTHŞ’de yer alan aile hayatına saygı ve kişisel bilgilerin korunmasına ilişkin hükümlerin mutlak olmadığını ancak toplumdaki işlevleriyle bağlı olarak diğer temel haklarla kıyaslanması gerektiğinin altını çizmiştir. Bu bağlamda bu haklara getirilecek sınırlamaların bazı şartlar (ABTHŞ m.52/1) taşıması gerektiği ortadadır. Burada ABAD tarafından özellikle orantılılık ilkesinin vurgulandığı görülmektedir. (Paragraf 38-40)

ABAD bu genel tespitlerinden sonra özellikle Direktifin ilgili maddelerini ayrıca ele almıştır. 2016/680 sayılı Direktif m.4/1-c, üye devletlerin kişisel verileri işlenme amaçlarıyla uygun şekilde (amaçla bağlantılı, ölçülü ve sınırlı olmasını) sağlaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu husus üye devletlerin "veri minimizasyonu" ilkesini gözetmelerini gerektirmektedir ki bu da aslında orantılılık ilkesinin bir görünümü şeklindedir. (Paragraf 41)

2016/680 sayılı Direktif m.4/1-e uyarınca üye devletler, bu verilerin, ilgili kişilerin kimliklerinin belirlenmesine izin verecek bir biçimde saklanma amaçları göz önüne alındığında gereken süreyi aşmayacak bir şekilde tutulmasını sağlamalıdır. (Paragraf 43) Bu bağlamda, söz konusu Direktifin 5. maddesi, üye devletlerin özellikle kişisel verilerin silinmesi için uygun süre sınırlarının belirlenmesini veya bu tür verilerin saklanması ihtiyacının düzenli olarak doğrulanmasını sağlamasını gerektirmektedir. Verilerin saklanmasına ilişkin sürelerin "uygun" niteliği, her halükârda, bu verileri işlemeyi haklı kılan amaçlar göz önüne alındığında, saklanmalarının artık gerekli olmadığı durumlarda ilgili verilerin silinmesini gerektirir. (Paragraflar 44-46)

ABAD devamla, biyometrik ve genetik veriler gibi hassas bazı kişisel veri kategorilerinin işlenmesini düzenleyen 2016/680 sayılı Direktif m. 10’a değinmiştir. ABAD’a göre bu tür verilerin "yalnızca mutlak gereklilik durumunda" işlenmesine izin verilmektedir. (Paragraf 47-48) Bu madde ile birlikte özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesinin daha sıkı şartlara bağlı olduğu ve veri sahibinin hak ve yükümlülüklerinin korumasının amaçlandığı ortadadır.

ABAD son olarak, 2016/680 sayılı Direktif m. 16’ya değinmektedir. Bu madde, verilerin işlenmesi, söz konusu Direktif kapsamında kabul edilen hükümlere aykırı olduğunda veya bu tür verilerin yasal bir yükümlülüğe uymak için silinmesi gerektiği durumlarda, kişisel verilerin silinmesi hakkını düzenlemektedir. Dolayısıyla, bu silme hakkı, özellikle söz konusu kişisel verilerin korunmasının, işlenme amaçları açısından gerekli olmadığı veya ‘artık’ gerekli olmadığı veya bu silme işleminin, ulusal kanunlarla belirlenen süre sınırlarına uymak için gerekli olduğu durumlarda kullanılabilecektir. (Paragraflar 49-51)

ABAD’ın bu değerlendirmelerinden çıkarılabilecek sonuç şudur: bu alanda yürürlükte olan AB mevzuatı, kişisel verilerin işlenmesi/saklanması ve süresinin, buna yönelik amaçlar göz önüne alındığında gerekli olduğu kanıtlanan sürelerle sınırlı olmasını sağlamaya yönelik genel bir çerçeve oluşturmaktadır. Genel ilkelere uygun olarak veri sahibinin temel haklarının korunması, bu verilerin silinmesini gerektiren somut durumlar ve süre sınırları/zamanlamayı belirleme yetkisi üye devletlere bırakılmıştır. 


AB Hukuku çerçevesinde Ulusal Düzenlemelerin Değerlendirilmesi

ABAD kendisine sunulan belgelerden anlaşıldığı üzere, söz konusu olayda polis kayıtlarında yer alan (re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suç işleyen kişilerle ilgili) kişisel verilerin yalnızca operasyonel ve karşılaştırmalı soruşturma amacıyla tutulduğunun anlaşıldığını belirtmiştir. (Paragraf 53)

ABAD’a göre ilk olarak, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan kişilere ilişkin verilerin polis kayıtlarında saklanması, ulusal mevzuatın o mahkumiyete ilişkin etkilerinin iptal edildiği durumlarda dahi, bazı amaçlar için gerekli olabilecektir. Bu kişiler, (mahkûmiyet kararı verilen suçlar dışında) başka suçlarla da ilişkilendirilebilirler veya saklanan verilerin, diğer suçlarla ilgili yürütülen işlemler sırasında toplanan verilerle karşılaştırılması sonucunda aklanabilirler. (Paragraf 54)

İkinci olarak ise, polis kayıtlarında saklanan verilerin ulusal mevzuatta düzenlenen ve parmak izi, fotoğraf, profil oluşturma amacıyla alınan bir DNA örneği veya mahkûmiyet kararları gibi veri sahibiyle ilgili olan veriler olduğu anlaşılmaktadır. Bu çeşitli veri kategorileri, ilgili kişinin kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla mahkûm edildiği suçlar dışında başka suçlara karışıp karışmadığını doğrulama amacıyla önemli olabilir. Dolayısıyla bunlar, verilerin işlenmesi bakımından 2016/680 Sayılı Direktifin ilgili düzenlemesi kapsamında bağlantılı olarak değerlendirilebilir. (Paragraf 56)

ABAD bu değerlendirmeyi yapmış ancak daha sonra üzerinde ayrıntısıyla duracağı orantılılık ilkesinin de altını çizmiştir. Buna göre, verilerin saklanması bakımından ulusal hukuk tarafından belirlenen ve saklanan verilerin gizliliğini ve güvenliğini sağlamayı amaçlayan uygun teknik ve organizasyonel önlemler bu bağlamda dikkate almalıdır. (Paragraf 57)

Tabi bu unsurlarla birlikte saklanan verilerin saklanma sürelerinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Olaydan anlaşıldığına göre, ilgili kişinin re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan ötürü hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunması durumunda, ilgili verilerin o kişinin ölümüne kadar saklandığı belirtilmektedir. Belirtildiği üzere ulusal mevzuat, bu tür bir suçla suçlanan kişilerin kayıtlarının diğer durumlarda silinmesini öngörmektedir. Ancak bu bağlamda, "re’sen kovuşturulan kasıtlı suç" kavramı özellikle genel niteliktedir ve niteliğine ve ciddiyetine bakılmaksızın çok sayıda suça uygulanması muhtemel görünmektedir. (Paragraf 58-59)

Bununla birlikte Hukuk Sözcüsünün de görüşünde belirttiği üzere, bu tür bir suçtan hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan kişilerin tamamı, diğer suçlara karışma konusunda aynı derecede risk taşımamaktadır. Bu da genel olarak verilerin herkese eşit şekilde uygulanan ‘genel belirlenmiş’ bir süre boyunca saklanmasını haklı çıkarır görünmektedir. Ancak bazı durumlarda, işlenen suçun niteliği ve ciddiyeti veya tekerrür eden suçların bulunmaması gibi faktörler dikkate alındığında, hükümlü kişinin temsil ettiği risk, verilerinin ölünceye kadar muhafaza edilmesini haklı çıkarmayacaktır. Bu gibi durumlarda saklanan veriler ile güdülen amaç arasında artık geçerli bir ilişki olmayacaktır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda bu verilerin saklanması veri minimizasyonu ilkesine uygun olmayacak ve amaçları bakımından gerekli olan süreyi aşacaktır. (Paragraf 60)

Hukuk Sözcüsüne göre bu gibi kişilerin, sabıka kayıtlarının silinmesiyle sonuçlanan yasal bir rehabilitasyon almış olması, kendi başına o kişinin verilerinin polis arşivinde/kayıtlarında saklanmasını gereksiz hale getirmeyecektir. Çünkü kayıt ve saklama amaçları farklı ele alınmalıdır. Ancak ulusal hukuka göre rehabilitasyon, ilgili kişinin cezasını çektikten sonra belirli bir süre boyunca re’sen kovuşturulan kasıtlı başka bir suç işlemediği koşuluna bağlı olduğu için, ilgili kişinin suçla mücadele veya kamu düzeninin korunması hedefleri açısından daha düşük bir risk sunduğuna dair bir gösterge olarak da değerlendirilebilir. Bu husus ise veri saklamanın gerekliliği açısından süre azaltılmasına sebep olabilecek bir faktör olarak ele alınabilecektir. (Paragraf 61)

Ortada verilerin saklanmasına ve süre sınırlarına ilişkin bir ulusal önlem bulunmaktadır. Bu ulusal önlem, her ne kadar üye devletlerin takdir yetkisi bulunmaktaysa da AB Hukuku tarafından belirlenen sınırlamaları aşmış gibi görünmektedir. Bu bağlamda ilgili önlemin haklı gösterilip gösterilemeyeceği değerlendirilmelidir.


Haklı gösterme bağlamında Orantılılık

Söz konusu olayın Direktif kapsamında kaldığını belirleyen ABAD’ ın sonraki aşamada, bu kapsamda alınan ulusal önlemlerin haklı gösterilip gösterilemeyeceğini ortaya koyması gerekmiştir. Bu aşama önemlidir. Nitekim meşru sebepler temelinde haklı gösterilecek orantılı bir ulusal önlem AB Hukuku ile uyumlu şekilde yorumlanacaktır. ABAD bu kararın yazımında, haklı gösterme kapsamında meşru sebeplere değil, orantılılık ilkesinin değerlendirilmesine ağırlık vermiştir.

Burada öncelikle orantılılık ilkesinin altını çizen ABAD, ABTHŞ açısından orantılılık ilkesinin, amaçlanan hedefin önemi ile temel hakların kullanımına getirilen kısıtlamanın ciddiyetinin dengelemesini içerdiğini vurgulamıştır. (Orantılılık ilkesiyle ilgili olarak bkz. İlke Göçmen) Söz konusu olayda saklanan kişisel veriler biyometrik ve genetik verileri içermektedir. Dolayısıyla böyle hassas verilerin işlenmesi, veri sahiplerinin hak ve özgürlüklerine yönelik önemli riskler oluşturması bağlamında ve amaçlanan hedefin önemi çerçevesinde dikkatlice değerlendirilmelidir. Bu bağlamda örneğin ciddi bir suçun veya kamu güvenliğine yönelik tehditlerin önlenmesi ile bağlantılı faktörler burada değerlendirilmelidir. ABAD, re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçla suçlanan herhangi bir kişinin biyometrik ve genetik verilerinin sistematik olarak toplanmasını öngören ulusal mevzuatın, kural olarak 2016/680 sayılı Direktifle düzenlenen mutlak gereklilik koşuluna uygun olmadığını belirtmiştir. Böyle bir mevzuat, genel bir şekilde ve ayrım gözetmeksizin, biyometrik ve genetik verilerin toplanmasına neden olabilir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ nin (AİHM) genel ulusal düzenlemelerde amaçla araç arasındaki ilişkiyi değerlendirdiği bir kararına da atıf yapılmıştır. (Paragraflar 62-64)

2016/680 sayılı Direktif bağlamında düzenlenen mutlak gereklilik ile birlikte hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan kişilerin biyometrik ve genetik verilerinin, bu kişilerin diğer suçlara karışma olasılığının doğrulanmasını mümkün kılmak ve bu suçların faillerini kovuşturmak ve mahkûm etmek amacıyla, ilgili kişinin ölümüne kadar saklanması mümkündür. Özellikle, söz konusu suçlar ciddi suçlar olduğunda, olaylardan yıllar sonra bile bu tür verilerin ceza soruşturmaları için önemi dikkate alınmalıdır. Ancak ABAD’ın daha önce de ifade ettiği üzere bu gibi durumlar oldukça dikkatle ve mutlak gereklilik şartlarına uygun şekilde değerlendirilmelidir. Bu bağlamda tüm suçlulara aynı şekilde uygulanan genel bir ulusal hüküm aşırı geniş bir uygulama alanına sahip olarak değerlendirilebilecektir. (Paragraflar 66-67)

Re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan herhangi bir kişinin biyometrik ve genetik verilerinin saklanmasıyla ilgili olarak, veriler üzerine getirilebilecek zaman sınırı da oldukça önemlidir. Söz konusu saklama süresi, bu sürenin belirlenmesini gerektirebilecek ilgili koşullar dikkate alınarak, 2016/680 Sayılı Direktif anlamında 'uygun' olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda veri sahibinin ölümü de saklanan veriler açısından bir zaman sınırı olarak kabul edilebilir ancak bunu haklı gösterecek özel koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. 2016/680 sayılı Direktif ile toplanan verilerin silinmesine/gözden geçirilmesine ilişkin zaman sınırlamaları bakımından takdir hakkı üye devletlere bırakılmıştır. Ancak uygulanan zaman sınırlarının ‘uygun’ olarak kabul edilebilmesi, bu verilerin artık gerekli olmadıkları zaman silinebilmelerine olanak sağlamayı gerektirmektedir. Verilerin silinmesi işleminin öngörüldüğü tek koşulun, ilgili kişinin ölümü olması halinde böyle bir şartın karşılanmayacağı vurgulanmıştır. (Paragraflar 68-70)

Sonuç olarak, ulusal hukuk düzenlemelerinde veri sahibinin ölümüne yapılan atıf, saklanan verilerin silinmesi için bir "son tarih" oluştursa bile, bu tür bir zaman belirlenmesi yalnızca onu haklı kılan belirli bazı koşullar ışığında uygun olarak değerlendirilebilir. Ancak ulusal mevzuatın bu gibi bir düzenlemesinin, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olan herhangi bir kişiye genel ve farklılaştırılmamış bir şekilde uygulanabileceği durumlarda bu husus söz konusu olmayacaktır.

Bu tür verilerin silinmesi veya bunların saklanması ihtiyacının düzenli olarak kontrolü için son tarihler belirlenip belirlenmeyeceğine karar vermek üye devletlere bırakılmıştır. Bununla birlikte, bu tür düzenli doğrulamaya ilişkin son tarihlerin ‘uygun’ niteliği, bunların saklanmasına artık gerek kalmaması durumunda, söz konusu verilerin silinmesine yol açmasını gerektirir. Ancak, silme işleminin öngörüldüğü tek durumun ilgili kişinin ölümü olması durumunda böyle bir şartın karşılandığı kabul edilemeyecektir.


SONUÇ

Bulgaristan ulusal mahkemesi tarafından yapılan ön karar başvurusunda ABAD Büyük Dairesi, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan kişilerin verilerinin korunmasının zamansal sınırları hakkında bir karar vermiştir. Bu karar AB’de biyometrik ve genetik verilerin işlenmesi ve sistematik/genel bir biçimde toplanması hakkındaki Ministerstvo na vatreshnite raboti kararının bir devamı niteliğindedir. Bu bağlamda verileri toplanma ve işlemenin yanı sıra, kişisel verilerin saklanma süresinin değerlendirilmesi bakımından oldukça önemlidir. 

ABAD bu kararı ile re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan ötürü hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan tüm kişiler bakımından, bunların biyometrik ve genetik verilerinin, ilgili kişinin ölüm durumu haricinde kontrolsüz süresiz şekilde depolanamayacağı şeklinde bir yorumda bulunmuştur. Söz konusu depolama işlemi, önleme tespit, soruşturma, davaların kovuşturulması ve cezaların infazı gibi bazı sıkı koşullar altında haklı gösterilebilecektir. Ancak bunun için ulusal makamların, veri kontrol yetkilileri aracılığıyla, depolamanın devamının gerekli olup olmadığını değerlendirmek amacıyla verilerin düzenli olarak gözden geçirilmesini sağlaması gerekmektedir. Eğer gerekli bir durum görülmüyorsa ilgili verilerin silinmesi sağlanmalıdır.

Buradaki temel nokta, orantılılık ilkesi bağlamında gereklilik unsurunun karşılanmasıdır. Nitekim ABAD da ceza hukuku kapsamında ele alınan kişisel verilerin saklanması bakımından önüne gelen bu olayda gereklilik temelinden hareketle ilgili ulusal önlemin AB Hukukuna uygunsuzluğunu ele alarak kararını vermiştir. 

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hukuk da ilerlemektedir. Yeni kavramlar ortaya çıkmakta, kişisel veriler, bu verilerin depolanması, kullanılması ve silme hakkı gibi kavramlar ise gün geçtikçe daha sık ele alınmaktadır. Bu bakımdan zamanla, kişisel verilere ilişkin daha çok olayın ABAD önüne gelmesi muhtemel görünmektedir.

 

Bu yazıya atıf için: Merve Ağzıtemiz, "Avrupa Birliği Hukuku Kapsamında Silme/Unutulma Hakkına ilişkin Sürelerin Yorumlanması: Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia (C-118/22) Kararı", Yaşayan Avrupa Birliği  Hukuku Blogu, 20/02/2024, Link:<https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/02/avrupa-birligi-hukuku-kapsamnda.html>

No comments:

Post a Comment