Görsel: OpenAI DALL·E ile oluşturulmuştur.
İlke Göçmen, Prof. Dr.,
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı / Jean
Monnet Chair (2019-2022) / The Alexander von Humboldt Foundation – Georg
Forster Research Fellow for Sustainable Development (2023-2024)
Giriş
Avrupa Birliği Adalet Divanı
(ABAD), 29 Nisan 2025 tarihinde Commission
v Malta (C-181/23) davasındaki kararını
açıklamıştır. Bu dava, ana hatlarıyla, bir üye devlet (Malta)
vatandaşlığının ve dolayısıyla da Birlik vatandaşlığının kazanılmasıyla
ilgilidir. ABAD, 1990’lı yıllardan bu yana, şu
tespitte bulunmaktadır: “Her bir
üye devlet, AB hukukunu gereği gibi dikkate alarak, vatandaşlığın kazanılmasına
ve kaybına ilişkin koşulları belirler”. 2010’lu yıllardan bu yana da ABAD, bir
üye devlet vatandaşlığının kaybı ile birlikte Birlik vatandaşlığının da kaybı
yönünden “AB hukukunu gereği gibi
dikkate almak” ifadesinin içini pey der pey doldurmaktadır. Bununla birlikte,
ABAD, ilk kez Commission v Malta kararı ile birlikte bir üye devlet
vatandaşlığının kazanılması ile birlikte Birlik vatandaşlığının da kazanılması
yönünden aynı ifadenin sonuçlarına değinmiştir. Başka bir ifadeyle, bu karar neticesinde
AB hukuku, bir üye devlet vatandaşlığının kazanılmasının çerçevesini
çizmeye başlamıştır.
Bu blog postta önce Birlik
vatandaşlığı ile ilgili mevzuata ve içtihat hukukuna yer verilecek, sonra Commission v Malta davasının arka planı
ortaya konacak, daha sonra ABAD’ın kararı ele alınacaktır.
1. Birlik
Vatandaşlığı ve İlgili İçtihat Hukuku
1.1. Birlik Vatandaşlığının Kurucu Antlaşmalardaki Tarihsel Gelişimi
Birlik vatandaşlığı, Avrupa
bütünleşmesinin en başında bulunmamakla birlikte 1990’lı yıllarla AB hukukunun
bir parçası haline getirilmiştir. Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması (1958)
ile üye devletler arasında bir ortak
pazar kurmak tasarlanmıştı. Ortak pazar; malların ve sermayenin yanı sıra
kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımını öngörmekteydi. Kişilerin ve
hizmetlerin serbest dolaşımı ise işçilerin, iş kuranların, hizmet sunanların ve
hizmet alanların serbest dolaşımı anlamına gelmekteydi. Eğer gerçek kişiler bu
serbest dolaşımdan yararlanmaktaysa “bir üye devlet vatandaşı” olmaları
aranmaktaydı (örneğin bkz. FKP Scorpio Konzertproduktionen,
para. 67-69). Maastricht Antlaşması (1993) ile birlikte ise Birlik vatandaşlığı tesis edilmiştir ve
“bir üye devletin vatandaşı olan herkes Birlik vatandaşıdır” hükmü
getirilmiştir (Avrupa Topluluğu Antlaşması md. 8(1)).
Birlik vatandaşlığı, kurucu antlaşma seviyesinde, Maastricht
Antlaşması’ndan bu yana esaslı bir değişiklik geçirmemiş olup Lizbon Antlaşması
(2009) sonrasında şu şekilde düzenlenmektedir. Avrupa Birliği’nin
İşleyişi Hakkında Antlaşma (ABİHA) md. 20 uyarınca:
“1. Bu Antlaşma ile Birlik vatandaşlığı tesis edilmiştir. Bir üye
devletin vatandaşı olan herkes Birlik vatandaşıdır. Birlik vatandaşlığı ulusal
vatandaşlığın yerini almayıp ona ilavedir.
2. Birlik vatandaşları, Antlaşmalar’da öngörülen haklardan yararlanır
ve yükümlülüklere tabi olur. Birlik vatandaşları, diğer hakların yanı sıra,
aşağıdaki haklara sahiptir:
a) üye devletlerin topraklarında serbestçe dolaşma ve ikamet etme
hakkı,
b) ikamet ettikleri üye devlette, o devletin vatandaşlarıyla aynı
şartlarda, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve yerel seçimlerde seçme ve
seçilme hakkı,
c) uyruğu olduğu üye devletin temsil edilmediği üçüncü bir ülkenin
topraklarında, üye devletlerden herhangi birinin diplomatik veya konsolosluk
makamlarınca, o üye devletin uyruklarıyla aynı şartlarda korunma hakkı,
d) Avrupa Parlamentosuna dilekçe verme, Avrupa Ombudsmanına başvurma ve
Birlik kurumlarına ve danışma organlarına Antlaşmalar’ın dillerinden birinde
başvurma ve aynı dilde cevap alma hakkı.
Bu haklar, Antlaşmalar’da belirlenen şartlar ve sınırlar çerçevesinde
ve bu Antlaşmalar’a uygun olarak kabul edilmiş tedbirler vasıtasıyla
kullanılır.”
1.2. İçtihat Hukukunda İlk Adımlar
Micheletti and
Others kararı (1992), üye devlet vatandaşlığı (ve
dolayısıyla Birlik vatandaşlığı) ile ilgili ilk karar olmuştur. Bay Micheletti,
hem Arjantin hem İtalya vatandaşı olup, AB ortak pazar hukuku altındaki iş
kurma hakkı (bir başka üye devlette istikrarlı ve devamlı olarak ekonomik
etkinlik yürütmek) çerçevesinde İspanya’da diş hekimi olarak iş kurmak
istemiştir. Bay Micheletti’ye göre kendisi AB üyesi devletlerden birinin
(İtalya’nın) vatandaşlığına sahip olduğu için AB hukuku çerçevesinde iş kurma
hakkından yararlanabilir. İspanya’ya göre ise Bay Micheletti iş kurma hakkından
yararlanamaz, çünkü mutat ikâmetgahı esas alındığında kendisi İtalyan değil
Arjantin vatandaşı sayılmalıdır. ABAD’a göre “her bir üye devlet, [AB] hukukunu
gereği gibi dikkate alarak, vatandaşlığın kazanılmasına ve kaybına ilişkin
koşulları belirler” (para. 10). Dahası, bir üye devlet (İspanya), bir başka üye
devlet (İtalya) tarafından verilen vatandaşlığı tanımak için (mutat ikâmetgah
gibi) ek koşullar getiremez (para. 10).
Maastricht Antlaşması (1993) ile tesis edilen “Birlik vatandaşlığı”,
vatandaşlığın kazanılması ve kaybı yönünden, ABAD kararlarında bir değişikliğe
yol açmamıştır. Bu yönden, ABAD, Kaur kararında (2001), Micheletti and Others kararına atıfla, aynı tespitini
yinelemiştir: “Her bir üye devlet, [AB] hukukunu gereği gibi dikkate alarak,
vatandaşlığın kazanılmasına ve kaybına ilişkin koşulları belirler” (para. 19). Dolayısıyla,
içtihat hukukunda açıklığa kavuşmayı bekleyen husus, artık, “AB hukukunu gereği
gibi dikkate alarak” ifadesi olmaya başlamıştır.
1.3. İçtihat Hukukunda Sonraki Adımlar
Bu ifadenin içi, ilk kez, Rottmann kararı (2010) ile birlikte doldurulmuştur. Burada, bir kişi bir üye devlet
vatandaşlığı ile birlikte Birlik vatandaşlığını da kaybetmektedir. Bay Rottmann,
Avusturya vatandaşı iken 1998 yılında Almanya vatandaşlığı için başvuru yapmış
ve 1999 yılında bu vatandaşlığa kabul edilmiştir. Bay Rottmann, aynı zamanda, Avusturya
hukuku uyarınca otomatik olarak Avusturya vatandaşlığını kaybetmiştir. İlgili
Alman makamları, 2000 yılında Bay Rotmann’ın Almanya vatandaşlığı başvurusunda
hile yaptığı gerekçesiyle vatandaşlığa kabul kararını geriye dönük olarak
kaldırmıştır. Bu karar, Bay Rottmann’ın açtığı iptal davası nedeniyle henüz
nihai hale gelmediyse de, nihai hale gelirse Bay Rottmann vatandaşlığı olmayan
bir kişiye dönüşecektir.
ABAD, bu arka planda, “AB hukukunu gereği gibi dikkate alarak”
ifadesini açıklığa kavuşturmuştur. Ona göre bir üye devlet vatandaşlığının ve
dolayısıyla Birlik vatandaşlığının kaybı AB hukukunun kapsamı içinde
kalır (para. 42). Dolayısıyla, “üye devletler, vatandaşlık alanındaki
yetkilerini kullanırken [AB] hukukunu gereği gibi dikkate almalıdır” (para.
45). Bu yönden, Birlik vatandaşlığının kaybına neden olan bir karar, orantılılık
ilkesi gereği, ilgili kişinin durumu açısından yol açtığı sonuçların AB hukuku
ışığında değerlendirilmesini gerektirir (para. 55). Spesifik olarak, böyle bir
karar, hem ilgili kişi hem de alakalı olduğunda aile üyeleri açısından her
Birlik vatandaşının yararlandığı hakların kaybı yönünden incelenmelidir (para.
56). Bir üye devlet (Almanya), sırf ilgili kişi (Bay Rottmann) köken üye
devletinin (Avusturya’nın) vatandaşlığını yeniden kazanamadı diye onu kendi
vatandaşlığında tutmaya devam etmek zorunda olmasa bile, orantılılık ilkesi
gereği, bu kişiye ilgili vatandaşlığı yeniden kazanmayı deneyebilmesi için
makul süre vermelidir (para. 57-58). Sonuç olarak, bir üye devlet, vatandaşlığa
kabul kararını hileli başvuru halinde geri alabilir, ancak geri alma kararı AB
hukuku uyarınca orantılılık ilkesine uygun olmalıdır (para. 59).
Rottmann kararı (2010) ile birlikte Birlik
vatandaşlığı ile ilgili kararlar, daha çok, üye devlet vatandaşlığının ve
dolayısıyla Birlik vatandaşlığının kaybı ekseninde ilerlemeye başlamıştır.
Konuyla ilgili olarak Tjebbes (C-221/17) kararı (2019) (para. 48), JY (C-118/20) kararı (2022)
(para. 44 ve 74), X
(C-689/21) kararı (2023) (para. 59) ve Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku blogunda
incelediğim S.Ö.
and Others (C‑684-686/22) kararı (2024) (para. 34) aracılığıyla içtihat
hukuku oldukça gelişmiştir. Buna karşın, Commission v Malta kararı, bir üye devlet
vatandaşlığının kazanılması ile birlikte Birlik vatandaşlığının da kazanılması
ile alakalı ilk karar olmuştur.
2. Commission v Malta Davasının Arka Planı
Commission v Malta davasının arka planı şöyle toparlanabilir
(para. 28-40). Malta, 2014 yılında, “altın pasaport” olarak da adlandırılabildiği üzere, bir yatırım yoluyla vatandaşlık programı
başlatmıştır. Bu program sayesinde yabancılar, Malta hukuku ile belirlenmiş
birtakım ödemeler ve yatırımlar karşılığında Malta vatandaşlığı elde
edebilmektedir. Komisyon, işbu programı öğrendikten sonra Malta ile önce diyalog
kurmuş, sonra Malta’ya karşı AB hukukunun ihlali prosedürünü başlatmıştır:
(i) 1 Nisan 2020 tarihinde Komisyon, bir mektup aracılığıyla, 2014 yatırım
yoluyla vatandaşlık programının, Birlik vatandaşlığının ‘satışını’ içerdiğinden,
Birlik vatandaşlığı ile birlikte dürüst işbirliği ilkesini ihlal edebileceğini
Malta’ya iletmiştir.
(ii) 20 Ekim 2020 tarihinde Komisyon, bu kez bir resmi bildirim mektubu
aracılığıyla, 2014 yatırım yoluyla vatandaşlık programının ABİHA md. 20 ile AB
Antlaşması md. 4(3) (yani sırasıyla Birlik vatandaşlığı ve dürüst işbirliği
ilkesi ile ilgili maddeler) ile uyumsuz olduğu endişelerini Malta’ya
iletmiştir.
(iii) 18 Aralık 2020 tarihinde Malta, işbu resmi bildirim mektubuna
cevaben, Malta vatandaşlığının kazanılması ile ilgili hukukunu gözden
geçireceğini Komisyona iletmiştir. Malta, bu arada 2014 programının yerine 2020
yatırım yoluyla vatandaşlık programını getirmiştir.
(iv) 9 Haziran 2021 tarihinde Komisyon, ek bir resmi bildirim mektubu
aracılığıyla, 2020 yatırım yoluyla vatandaşlık programının da 2014 programının
ticari niteliğini devam ettirdiğini, dolayısıyla ABİHA md. 20 ile AB Antlaşması
md. 4(3) ile uyumsuz olduğu endişelerini Malta’ya iletmiştir.
(v) 6 Ağustos 2021 tarihinde Malta, işbu resmi bildirim mektubuna cevaben,
Komisyonun pozisyonunun yetkilendirilme ilkesi (kısaca AB Antlaşması md. 5(2)’deki
“Birlik, … ancak üye devletler tarafından … kendisine verilen yetkilerin
sınırları dahilinde hareket eder” kuralı) ile uyumsuz olduğunu, bu yönden
vatandaşlık konusunun üye devlet egemenlik alanı içinde kaldığını Komisyona
iletmiştir.
(vi) 6 Nisan 2022 tarihinde Komisyon, bir gerekçeli görüş aracılığıyla,
hem 2014 hem de 2020 yatırım yoluyla vatandaşlık programlarının ABİHA md. 20
ile AB Antlaşması md. 4(3)’e aykırı olduğunu Malta’ya ileterek AB hukuku ile
uyumlu gerekli önlemleri almak için iki ay süre vermiştir.
(vii) 6 Haziran 2022 tarihinde Malta, işbu gerekçeli görüşe cevaben,
Komisyonun tutumuna katılmadığını ona iletmiştir.
(viii) 21 Mart 2023 tarihinde Komisyon, 2014 programının AB hukukunu
ihlal ettiğini düşündüğü hükümlerinin, esas itibariyle, 2020 programında da tekrarlandığını
belirterek Malta’nın 2020 yatırım yoluyla vatandaşlık programına karşı ABİHA
md. 20 ile AB Antlaşması md. 4(3)’e aykırılık iddiasıyla ihlal davası açmıştır.
3. Commission v Malta Kararı
ABAD, Commission v Malta kararında konuya önce ilkesel olarak,
sonra somut uyuşmazlık özelinde
yaklaşmıştır.
Konuya ilkesel olarak yaklaştığında, ABAD, ana hatlarıyla şu
tespitlerde bulunmuştur. İlk olarak, yerleşik içtihat hukuku uyarınca: “Kendi vatandaşlığının
verilmesi ve kaybedilmesi koşullarını belirlemek, uluslararası hukuku gereği
gibi dikkate alarak, her bir üye devlete düşmekle birlikte, bu yetkiler AB
hukuku gereği gibi dikkate alınarak kullanılmalıdır” (para. 81).
ABAD, ikinci olarak, Birlik vatandaşlığı ile bağlantılı birtakım kurucu
antlaşma maddelerine, onlarla ilgili içtihat hukukuna da atıf vermek suretiyle,
arka arkaya değinerek birtakım çıkarımlarda bulunmuştur (para. 84–90):
(i) AB Antlaşması md. 3(2)
uyarınca: “Birlik, vatandaşlarına, … kişilerin serbest dolaşımının sağlandığı,
iç sınırların olmadığı bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı sunar.”
(ii) ABİHA md. 21(1) uyarınca: “Her Birlik vatandaşı, … üye devletlerin ülkelerinde
serbestçe dolaşma ve ikamet etme hakkına sahiptir.”
(iii) ABİHA md. 45, 49 ve 56 uyarınca Birlik vatandaşları, sırasıyla,
işçilerin serbest dolaşımından, iş kurma hakkından ve hizmetlerin serbest
dolaşımından yararlanabilir.
(iv) AB Antlaşması md. 10 ve 11 ile ABİHA md. 20, 22 ve 24 uyarınca
Birlik vatandaşları, örneğin Avrupa Parlamentosuna dilekçe verebilmek gibi,
AB’nin demokratik hayatına katılımlarını sağlayan birtakım siyasi haklara
sahiptir.
(v) ABİHA md. 23 uyarınca Birlik vatandaşları, üçüncü ülkelerde üye
devletlerden herhangi birinin diplomatik veya konsolosluk makamlarınca korunma
hakkına sahiptir.
O halde, “bir üye devletin vatandaşlık verilmesine ilişkin koşulları
belirleme yetkisini kullanması, ortak bir hukuk düzeni olarak [AB’nin] işleyişi
üstünde sonuçlar doğurur” (para. 89). Ayrıca, yukarıdaki çeşitli haklar
ışığında, “Birlik vatandaşlığına ilişkin hükümler, … [AB’nin] kendisinin varlık
sebebi (raison d’être) olan bütünleşme sürecinin uygulanmasına katkı
yapacak şekilde yapılandırılmış olarak kurucu antlaşmaların temel hükümleri
arasında yer alır ve dolayısıyla [AB’nin] anayasal çerçevesinin ayrılmaz bir
parçasını oluşturur” (para. 91). Ayrıca, “Birlik vatandaşlığı, bütünleşme sürecinin
temelini oluşturan dayanışmanın başlıca somut ifadelerinden biridir ve … spesifik
bir hukuk sistemi olarak [AB’nin] kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır” (para.
93).
ABAD, üçüncü olarak, dürüst işbirliği ilkesinden bahsetmiştir. AB
Antlaşması md. 4(3) uyarınca üye devletler, diğerlerinin yanı sıra, “[AB’nin]
hedeflerine ulaşmayı tehlikeye düşürebilecek her türlü önlemden kaçınır” (para.
94).
O halde, “bir üye devletin vatandaşlık verilmesine ilişkin koşulları
belirleme yetkisini kullanması … sınırsız değildir” ve hiçbir üye devlet, “bu
yetkiyi, Birlik vatandaşlığının doğasıyla açıkça bağdaşmayan bir biçimde
kullanmamalıdır” (para. 95). Bu bakımdan, “bir üye devletin vatandaşlık bağının
temeli, o devlet ile vatandaşları arasındaki dayanışma ve iyi niyet özel ilişkisi
… tarafından oluşturulur” (para. 96). Bu tür dayanışma ve iyi niyet özel
ilişkisinin tesisi bakımından, “her üye devlet, bu kriterlerin AB hukukuna
uygun olarak uygulanması şartıyla, uygulanacak kriterlerin seçiminde geniş bir
takdir yetkisine sahiptir” (para. 98). Bununla birlikte, bir üye devlet,
“vatandaşlığın esas olarak önceden belirlenmiş ödemeler ve yatırımlar
karşılığında verildiği … ticari nitelikli prosedüre dayalı bir vatandaşlık programı
kurduğunda ve uyguladığında … dayanışma ve iyi niyet özel ilişkisi
gerekliliğini açıkça göz ardı eder” (para. 99). Bu tür bir program, “Birlik
vatandaşlığının verilmesinin ticarileştirilmesi anlamına gelir ki bu da
Antlaşmalardan kaynaklanan temel statü kavramıyla bağdaşmaz” (para. 100).
Konuya somut uyuşmazlık özelinde yaklaştığında, ABAD, birtakım ön
tespitleri takiben dört hat üzerinden hareket etmiştir. Ön tespit olarak, Malta’nın
2020 yatırım yoluyla vatandaşlık programının koşulları, ana hatlarıyla, şu
şekildedir (para. 102):
(i) Malta’ya 600.000 Avro veya 750.000 Avro tutarında katkı payı ödenmelidir.
(ii) Asgari değeri 700.000 Avro olan bir konut satın alınmalıdır veya
alternatif olarak bu konut asgari 5 yıllık bir süre boyunca yıllık en az 16.000
Avro’ya kiralanmalıdır.
(iii) İlgili bir yere en az 10.000 Avro bağış yapılmalıdır.
(iv) Malta’da 36 aylık bir süre için hukuka uygun ikamet edilmelidir, ancak
ilave 150.000 Avroluk bir katkı halinde bu süre 12 aya indirilebilir.
(v) Vatandaşlığa kabul edilebilirlik doğrulanmalıdır.
İlk olarak, yukarıdaki ilk üç koşul, yani önceden belirlenmiş ödemeler ve
yatırımlar 2020 programında kilit bir yer tutmakta olup bu da vatandaşlığın
verilmesinin ticarileştirildiğine işaret etmektedir (para. 103). Ayrıca, 2020
programındaki diğer koşullar varılan bu sonucu değiştirmeye yetmemektedir. Bu
yönden, ikinci olarak, dördüncü koşul, Malta’nın ülkesinde oldukça sınırlı bir
hukuka uygun ikamet etmek yeterli sayıldığı için, özellikle ilk üç koşul
karşısında, vatandaşlığın verilmesinde esaslı bir kriter oluşturuyor olmasa
gerekir (para. 108). Üçüncü olarak, beşinci koşul, esas olarak, Malta’nın kamu
güvenliği ve ulusal güvenlik gibi birtakım kamu çıkarı hedeflerini
zayıflatmamak amacıyla getirilmiş olup vatandaşlığın verilmesinin
ticarileştirilmesini ortadan kaldırmamaktadır (para. 113). Dördüncü olarak,
2020 programı, yetkili ajansların web sitelerinde “potansiyel başvuru
sahiplerine ‘[AB’nin] 27 ülkesinden herhangi birinde ikamet etme, eğitim görme
ve çalışma hakkı’ sunuyoruz” şeklinde tanıtılmıştır (para. 119). Başka bir
ifadeyle, Malta, 2020 programını “Birlik vatandaşlığından kaynaklanan faydaları
sunan bir vatandaşlık programı olarak kamuoyuna sunmuştur” (para. 120).
Sonuç olarak, Malta’nın 2020 yatırım yoluyla vatandaşlık programı,
önceden belirlenmiş ödemeler ve yatırımlar karşılığında ticari nitelikli
prosedüre dayalı bir vatandaşlık programı kurmakta olup bir üye devlet ve
dolayısıyla Birlik vatandaşlığının verilmesinin ticarileştirilmesi anlamına
gelir, ki bu nedenle de Malta ABİHA md. 20 ve AB Antlaşması md. 4(3) (yani
sırasıyla Birlik vatandaşlığı ve dürüst işbirliği ilkesi ile ilgili maddeler)
kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmemektedir (para. 121).
Sonuç
Commission v Malta (C-181/23) kararı,
bir üye devlet vatandaşlığının kazanılması ile birlikte Birlik
vatandaşlığının da kazanılması ile AB hukuku arasındaki ilişkiye açıkça
değinen ilk karar olmuştur. ABAD, 1990’lı yıllardan bu yana şu
tespitte bulunmaktaydı: “Her bir
üye devlet, AB hukukunu gereği gibi dikkate alarak, vatandaşlığın kazanılmasına
ve kaybına ilişkin koşulları belirler”. Bununla birlikte, “AB hukukunu gereği
gibi dikkate almak” ifadesinin sonuçları, bir üye devlet vatandaşlığının
kazanılması söz konusu olduğunda, işbu karara kadar
bilinmemekteydi.
ABAD önündeki görüşler
incelendiğinde konuyla ilgili tutum farklılıkları kendisini açıkça
göstermektedir:
(i) Komisyona göre AB hukuku, bir
üye devlet vatandaşlığının kazanılması açısından, “ilgili devlet ile başvurucu
arasında bir gerçek bağ” olmasını gerektirir, örneğin fiilen ikamet etme koşulu
böyle bir bağı tesis etmek için araçlardan birisi olarak görülebilir (para. 46,
54).
(ii) Hukuk Sözcüsü Collins’in 4
Ekim 2024 tarihli Görüşüne
göre ise “bir üye devletin vatandaşlık verme veya geri alma konusundaki
egemen ayrıcalığının kullanımı sınırsız değildir ve hem AB hukuku hem de
uluslararası hukuk, ilke olarak, bu kullanımı kısıtlayabilir” (para. 49).
Örneğin, “AB hukukunun kötüye veya hileli kullanılamayacağı hukukun genel
ilkesi” bu bağlamda da gündeme getirilebilir (para. 51). Bununla birlikte,
somut uyuşmazlıkta, Komisyonun iddia ettiği gibi, AB hukuku, vatandaşlığın
verilmesi için AB hukukunun bir üye devlet ile bir birey arasında herhangi bir ‘gerçek’
bağın varlığını gerektirmez (para. 58).
(iii) Malta’ya göre bir üye
devletin vatandaşlık vermekteki münhasır yetkisini tehlikeye atmamak adına,
yalnızca, “bir üye devletin vatandaşlığa kabul politikasının, genel ve
sistematik bir şekilde, [AB’nin] değerlerini ve hedeflerini ciddi ihlali
durumunda, bu politikanın AB hukukuna aykırı olduğu kabul edilmelidir” (para.
66).
(iv) ABAD’a göre ise Malta’nın
argümanı açık olarak ret edilmelidir (para. 82). Bir üye devlet vatandaşlık verilmesine ilişkin koşulları belirleme
yetkisini “Birlik vatandaşlığının doğasıyla açıkça bağdaşmayan bir biçimde
kullanmamalı” olup “bir üye devletin vatandaşlık bağının temeli, o devlet ile
vatandaşları arasındaki dayanışma ve iyi niyet özel ilişkisi … tarafından
oluşturulur” (para. 95–96). Bu arka planda, “Birlik vatandaşlığının
verilmesinin ticarileştirilmesi … Antlaşmalardan kaynaklanan temel statü
kavramıyla bağdaşmaz” (para. 100). Böylelikle ABAD, hem Hukuk Sözcüsü
Collins’in görüşünü takip etmemiştir hem de Komisyonun argümanını örtülü olarak
reddetmiştir.
Konuyla ilgili tutum
farklılıkları, dahası, literatüre bakılıp
Commission v Malta kararı ile ilgili yazılanlar incelendiğinde de
kendisini açıkça göstermektedir:
(i) Bir ön tespit olarak, Stephen
Coutts’un iyi bir biçimde özetlediği üzere: ABAD “anayasal bir tercihle
karşı karşıyadır: Birlik vatandaşlığının anayasal mantığı, hukuki materyallerin
desteklemediği, bazı ortak üyelik kriterlerine doğru itme kuvveti
uygulamaktadır. … Bu kriterleri vazetmeyi seçmek … açıkça hakimler
liderliğindeki bir gelişme olacağı için anayasal soruları da beraberinde getirecektir”.
(ii) Kimilerine göre, ABAD bir
üye devlet vatandaşlığının kazanılması ile birlikte Birlik vatandaşlığının da
kazanılması konusunu, buna yönelik hukuki düzenlemelerin yokluğunda, ana hatlarıyla
üye devletlere ait bir mesele olarak konumlandırmalıydı. Örneğin Martijn van den
Brink’e göre yatırım yoluyla vatandaşlığın ahlaki olarak haklı veya siyasi
olarak ihtiyatlı olup olmadığı bir başka mesele olmakla birlikte, hukuki açıdan
ABAD, Hukuk Sözcüsü Collins’in görüşünü takip etmelidir, aksi halde anayasayı
çiğnemekle karşı karşıya kalabilir.
(iii) Kimilerine göreyse, ABAD bir
üye devlet vatandaşlığının kazanılması ile birlikte Birlik vatandaşlığının da
kazanılması konusunu, buna yönelik açık hukuki düzenlemeler olmasa bile, ana
hatlarıyla AB hukuku ile çevrelenmiş bir mesele olarak konumlandırmalıydı.
Örneğin Merijn
Chamon’a göre “… bir üye devletin, AB hukuku uyarınca, ulusal vatandaşlık
vermekte sınırsız takdir yetkisine sahip olmadığı ilkesi tamamen savunulabilir
görünmektedir”.
Her hâlükârda, Commission v
Malta kararı, gerekçelendirmesi kimilerince beğenilse (Simon
Cox ve Emanuela
De Falco) ve kimilerince beğenilmese (Steve
Peers & Guillermo
Íñiguez) bile, AB hukukunun bir üye devlet vatandaşlığının kazanılmasının
çerçevesini çizeceğini ortaya koymuştur. Bu da birçok yeni soruya kapı
aralamıştır:
(i) Bir yandan bu karar hukuki
sonuçları itibariyle netleştirilmeyi beklemektedir: Malta özelinde, örneğin Malta’nın
2014 ve 2020 yatırım yoluyla
vatandaşlık programları ile verilen vatandaşlıkların geri alınıp
alınmayacağı bir soru işareti oluşturabilir. AB üyesi devletlerden diğerleri,
özellikle de Malta’nınki ile benzer vatandaşlık
programlarına sahip olanlar bakımından ise, örneğin kendi benzer vatandaşlık programlarını sona erdirip
erdirmeyecekleri gündeme getirilebilir.
(ii) Diğer yandan bu karar, bir üye devlet vatandaşlığının ve dolayısıyla
Birlik vatandaşlığının kazanılması ile ilgili test itibariyle netleştirilmeyi
beklemektedir: Örneğin, Birlik
vatandaşlığının verilmesinin ticarileştirilmesi ne zaman gerçekleşmiş
sayılacaktır? Örneğin, başka hangi kriterler dayanışma ve iyi niyet özel
ilişkisi gerekliliğini açıkça göz ardı edecek, dolayısıyla AB hukukuna
aykırılık taşıyacaktır?
Commission v Malta kararı,
bir üye devlet vatandaşlığının kazanılması ile birlikte Birlik vatandaşlığının
da kazanılmasının AB hukuku ışığındaki sınırlarını çizen ilk karar olmuşsa da,
çok büyük ihtimalle, son karar olmayacaktır. Bunun yanı sıra, karar, anayasal
bağlamdaki yansımaları göz önünde bulundurulduğunda, tartışmalı olmaya devam
edecektir.
Bu yazıya atıf için: İlke Göçmen,
“Malta’nın Altın Pasaport / Yatırım
Yoluyla Vatandaşlık Programı Avrupa Birliği Hukukunu İhlal Ediyor: Commission
v Malta (C-181/23) Kararı”, Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 5/5/2025, Link:
<https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2025/05/C-181-23.html>
Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.