Fotoğraf Bilgileri: Image by Wilson Joseph from Pixabay
İlke Göçmen, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı / Jean Monnet Chair (2019-2022) / The Alexander von Humboldt Foundation – Georg Forster Research Fellow for Sustainable Development (2023-2024)
Giriş
Avrupa Birliği
Adalet Divanı (ABAD), 25 Nisan 2024 tarihinde S.Ö.
and Others (C-684-686/22) davasındaki kararını
açıklamıştır. Bu dava, ana hatlarıyla, bir üçüncü ülke vatandaşlığının
kazanılmasıyla birlikte bir üye devlet vatandaşlığının ve dolayısıyla Birlik
vatandaşlığının kaybı ile ilgilidir. Öz olarak, ABAD’a göre, o güne kadar
verdiği diğer kararlardaki tespitlerinden hareketle, bir üçüncü ülke (Türkiye)
vatandaşlığının (yeniden) kazanılması halinde bir üye devlet (Almanya)
vatandaşlığının otomatik kaybı, ilke
olarak, AB hukukuna aykırılık taşımamaktadır. Buna karşın, bir üye devlet (Almanya)
vatandaşlığının otomatik kaybı aynı zamanda Birlik vatandaşlığının kaybı
anlamına geldiğinde, AB hukuku uyarınca orantılılık ve etkililik ilkeleri
gereği, ilgili kişiler açısından bu kaybın sonuçları AB hukuku ışığında bireysel
incelemeye tabi tutulmalıdır.
S.Ö. and Others kararı, Türk vatandaşlığı ile ilgilisi nedeniyle Ülkemiz açısından
açıkça önemli olsa da, AB hukuku açısından orta derecede önemli olduğu
söylenebilir. Bir taraftan, kararın önemin arttırmakta olan iki husus göze
çarpmaktadır. Birincisi, Hukuk Sözcüsü (HS) Szpunar,
14 Aralık 2023 tarihinde bu davadaki Gerekçeli
Görüşünü vermiştir. Adalet Divanı, dava konusu olayın hiçbir yeni hukuksal
sorun ortaya çıkarmadığı görüşündeyse davanın Hukuk Sözcüsünün görüşü
olmaksızın yürütülmesine karar verebilmektedir.
O halde, Adalet Divanı, bu davada Hukuk Sözcüsünün görüşü alındığına göre, dava
konusu olayın yeni hukuksal sorun ortaya çıkardığı kanaatini taşımaktadır.
İkincisi, bu karar, “medya ilgisini çeken veya vatandaşların yaşamında etki
doğuran konular hakkında” kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlayan basın
açıklamaları arasında kendisine yer bulmuştur.
Diğer taraftan, kararın önemini azaltmakta olan iki husus göze çarpmaktadır.
Birincisi, Adalet Divanı davaya (örneğin Büyük Dairesi aracılığıyla değil) beş
hakimli Dördüncü Dairesi aracılığıyla bakmıştır. Örneğin 2019-2023 yılları
arasında Adalet Divanı, yaklaşık olarak her on davadan dördüne beş hakimli
daireleri aracılığıyla bakmaktadır. İkincisi, yalnızca Almanya, Estonya ve
Avrupa Komisyonu davaya gözlemlerini sunmuştur.
Bu blog postta önce
Birlik vatandaşlığı ile ilgili mevzuata ve içtihat hukukuna yer verilecek,
sonra S.Ö. and Others davasının arka planı ortaya konacak, daha sonra ABAD’ın
kararı incelenecektir.
1. Birlik
Vatandaşlığı ve İlgili İçtihat Hukuku
Birlik vatandaşlığı,
Maastricht Antlaşması (1993) ile birlikte AB hukukunun bir parçası haline
getirilmiştir. Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması (1958) ile üye devletler
arasında bir ortak pazar kurmak
tasarlanmıştı. Ortak pazar; malların ve sermayenin yanı sıra kişilerin ve
hizmetlerin serbest dolaşımını öngörmekteydi. Kişilerin ve hizmetlerin serbest
dolaşımı ise işçilerin, iş kuranların, hizmet sunanların ve hizmet alanların
serbest dolaşımı anlamına gelmekteydi. Eğer gerçek kişiler bu serbest
dolaşımdan yararlanmaktaysa “bir üye devlet vatandaşı” olmaları aranmaktaydı
(örneğin bkz. FKP Scorpio Konzertproduktionen,
para. 67-69). Maastricht Antlaşması (1993) ile birlikte ise Birlik vatandaşlığı tesis edilmiştir ve
“bir üye devletin vatandaşı olan herkes Birlik vatandaşıdır” hükmü
getirilmiştir (Avrupa Topluluğu Antlaşması md. 8(1)).
Birlik vatandaşlığı, kurucu antlaşma seviyesinde, Maastricht
Antlaşması’ndan bu yana esaslı bir değişiklik geçirmemiş olup Lizbon Antlaşması
(2009) sonrasında şu şekilde düzenlenmektedir. Avrupa Birliği’nin
İşleyişi Hakkında Antlaşma (ABİHA) md. 20 uyarınca:
“1. Bu Antlaşma ile Birlik vatandaşlığı tesis edilmiştir. Bir üye
devletin vatandaşı olan herkes Birlik vatandaşıdır. Birlik vatandaşlığı ulusal
vatandaşlığın yerini almayıp ona ilavedir.
2. Birlik vatandaşları, Antlaşmalar’da öngörülen haklardan yararlanır
ve yükümlülüklere tabi olur. Birlik vatandaşları, diğer hakların yanı sıra,
aşağıdaki haklara sahiptir:
a) üye devletlerin topraklarında serbestçe dolaşma ve ikamet etme
hakkı,
b) ikamet ettikleri üye devlette, o devletin vatandaşlarıyla aynı
şartlarda, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve yerel seçimlerde seçme ve
seçilme hakkı,
c) uyruğu olduğu üye devletin temsil edilmediği üçüncü bir ülkenin
topraklarında, üye devletlerden herhangi birinin diplomatik veya konsolosluk
makamlarınca, o üye devletin uyruklarıyla aynı şartlarda korunma hakkı,
d) Avrupa Parlamentosuna dilekçe verme, Avrupa Ombudsmanına başvurma ve
Birlik kurumlarına ve danışma organlarına Antlaşmalar’ın dillerinden birinde
başvurma ve aynı dilde cevap alma hakkı.
Bu haklar, Antlaşmalar’da belirlenen şartlar ve sınırlar çerçevesinde
ve bu Antlaşmalar’a uygun olarak kabul edilmiş tedbirler vasıtasıyla
kullanılır.”
Micheletti and Others kararı (1992), üye devlet vatandaşlığı (ve
dolayısıyla Birlik vatandaşlığı) ile ilgili ilk karar olmuştur. Bay Micheletti,
hem Arjantin hem İtalya vatandaşı olup, AB ortak pazar hukuku altındaki iş
kurma hakkı (bir başka üye devlette istikrarlı ve devamlı olarak ekonomik
etkinlik yürütmek) çerçevesinde İspanya’da diş hekimi olarak iş kurmak
istemiştir. Bay Micheletti’ye göre kendisi AB üyesi devletlerden birinin (İtalya’nın)
vatandaşlığına sahip olduğu için AB hukuku çerçevesinde iş kurma hakkından
yararlanabilir. İspanya’ya göre ise Bay Micheletti iş kurma hakkından
yararlanamaz, çünkü mutat ikâmetgahı esas alındığında kendisi İtalyan değil
Arjantin vatandaşı sayılmalıdır. ABAD’a göre “her bir üye devlet, [AB] hukukunu
gereği gibi dikkate alarak, vatandaşlığın kazanılmasına ve kaybına ilişkin
koşulları belirler” (para. 10). Dahası, bir üye devlet (İspanya), bir başka üye
devlet (İtalya) tarafından verilen vatandaşlığı tanımak için (mutat ikâmetgah
gibi) ek koşullar getiremez (para. 10).
Maastricht Antlaşması (1993) ile tesis edilen “Birlik vatandaşlığı”,
vatandaşlığın kazanılması ve kaybı yönünden, ABAD kararlarında bir değişikliğe
yol açmamıştır. Bu yönden, ABAD, Kaur kararında (2001), Micheletti and Others kararına atıfla, aynı tespitini
yinelemiştir: “Her bir üye devlet, [AB] hukukunu gereği gibi dikkate alarak,
vatandaşlığın kazanılmasına ve kaybına ilişkin koşulları belirler” (para. 19). Dolayısıyla,
içtihat hukukunda açıklığa kavuşmayı bekleyen husus, artık, “AB hukukunu gereği
gibi dikkate alarak” ifadesi olmaya başlamıştır.
Bu ifadenin içi, ilk kez, Rottmann kararı (2010) ile birlikte doldurulmuştur. Burada, bir kişi bir üye devlet
vatandaşlığı ile birlikte Birlik vatandaşlığını da kaybetmektedir. Bay Rottmann,
Avusturya vatandaşı iken 1998 yılında Almanya vatandaşlığı için başvuru yapmış
ve 1999 yılında bu vatandaşlığa kabul edilmiştir. Bay Rottmann, aynı zamanda, Avusturya
hukuku uyarınca otomatik olarak Avusturya vatandaşlığını kaybetmiştir. İlgili
Alman makamları, 2000 yılında Bay Rotmann’ın Almanya vatandaşlığı başvurusunda
hile yaptığı gerekçesiyle vatandaşlığa kabul kararını geriye dönük olarak
kaldırmıştır. Bu karar, Bay Rottmann’ın açtığı iptal davası nedeniyle henüz
nihai hale gelmediyse de, nihai hale gelirse Bay Rottmann vatandaşlığı olmayan
bir kişiye dönüşecektir.
ABAD, bu arka planda, “AB hukukunu gereği gibi dikkate alarak” ifadesini
açıklığa kavuşturmuştur. Ona göre bir üye devlet vatandaşlığının ve dolayısıyla
Birlik vatandaşlığının kaybı AB hukukunun kapsamı içinde kalır (para.
42). Dolayısıyla, “üye devletler, vatandaşlık alanındaki yetkilerini
kullanırken [AB] hukukunu gereği gibi dikkate almalıdır” (para. 45). Bu yönden,
Birlik vatandaşlığının kaybına neden olan bir karar, orantılılık ilkesi
gereği, ilgili kişinin durumu açısından yol açtığı sonuçların AB hukuku
ışığında değerlendirilmesini gerektirir (para. 55). Spesifik olarak, böyle bir
karar, hem ilgili kişi hem de alakalı olduğunda aile üyeleri açısından her
Birlik vatandaşının yararlandığı hakların kaybı yönünden incelenmelidir (para.
56). Bir üye devlet (Almanya), sırf ilgili kişi (Bay Rottmann) köken üye
devletinin (Avusturya’nın) vatandaşlığını yeniden kazanamadı diye onu kendi
vatandaşlığında tutmaya devam etmek zorunda olmasa bile, orantılılık ilkesi
gereği, bu kişiye ilgili vatandaşlığı yeniden kazanmayı deneyebilmesi için
makul süre vermelidir (para. 57-58). Sonuç olarak, bir üye devlet, vatandaşlığa
kabul kararını hileli başvuru halinde geri alabilir, ancak geri alma kararı AB hukuku
uyarınca orantılılık ilkesine uygun olmalıdır (para. 59).
Rottmann kararı (2010) ile birlikte Birlik
vatandaşlığı ile ilgili kararlar, daha çok, üye devlet vatandaşlığının ve
dolayısıyla Birlik vatandaşlığının kaybı ekseninde ilerlemeye başlamıştır.
Konuyla ilgili olarak Tjebbes (C-221/17) kararı (2019) (para. 48), JY (C-118/20) kararı (2022)
(para. 44 ve 74) ve X
(C-689/21) kararı (2023) (para. 59) aracılığıyla içtihat
hukuku belirli bir olgunluk seviyesine ulaşmıştır. Nitekim bu blog postta
incelenen S.Ö. and Others kararı da, kendisinden önceki bu kararlara
atıflarla işlenerek dokunmuştur.
2. S.Ö. and Others Davasının Arka Planı
S.Ö. and Others davasının hukuki arka planı şöyle
toparlanabilir (para. 10-24). Alman hukuku, 1 Ocak 2000 tarihinden önce ve
sonra uygulanan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 31 Aralık 1999 tarihine kadar,
bir kişi, Alman vatandaşıyken kendi rızasıyla bir üçüncü ülke (örneğin Türkiye)
vatandaşlığını kazanırsa –yurt dışında ikamet etmediği müddetçe– Alman
vatandaşlığını muhafaza edebilmektedir. 1 Ocak 2000 tarihinden itibaren ise,
bir kişi, Alman vatandaşıyken kendi rızasıyla (AB devletleri gibi belirli
devletler hariç) bir başka devletin (örneğin Türkiye’nin) vatandaşlığını
kazanırsa Alman vatandaşlığını otomatik
olarak kaybetmektedir. Bu otomatik kaybı önlemenin tek yolu, başka devlet
vatandaşlığını kazanmadan önce, Alman vatandaşlığını muhafaza etmek için yetkili
makamdan ön izin almaktır. Yetkili makam ise, kamu ve özel çıkarları tartmak
suretiyle bu talep hakkında bir karar verecektir.
S.Ö. and Others davasının maddi arka planı şöyle
toparlanabilir (para. 10-24). Almanya’da, 5 Türk vatandaşı ile ilgili 3 ayrı dava
yürümekte olup her birindeki uyuşmazlık hukuki yönden aynıdır. Özetle, ilgili
kişiler Türk vatandaşıyken 1999 yılında Alman vatandaşlığını kazanmıştır ve bu
kişilerin Türk vatandaşlıkları geri alınmıştır. Bu kişiler, aynı yıl, Türk
vatandaşlığını yeniden kazanmak için başvuruda bulunmuş, 2000 yılında da Türk
vatandaşlığını yeniden kazanmıştır. Bir üst paragrafta belirtilen Alman hukuku
uyarınca bu kişiler, 31 Aralık 1999 tarihine kadar Türk vatandaşlığını yeniden
kazanmış olsalardı, Alman vatandaşlıklarını muhafaza edebilecekti. Buna karşın,
bu kişiler, 1 Ocak 2000 tarihinden sonra, Alman vatandaşlıklarını muhafaza
etmek için yetkili makama başvurmaksızın, kendi rızaları ile Türk vatandaşlıklarını
yeniden kazandıkları için Alman vatandaşlıklarını otomatik olarak kaybetmiştir.
Düsseldorf İdare Mahkemesi (Verwaltungsgericht Düsseldorf), bu arka planda, AB hukukunun
(ABİHA md. 20’nin) ilgili Alman hukukunun önüne geçip geçmediği ile ilgili
olarak ABAD’a ön karar başvurusunda bulunmuştur (para. 25-32).
3. S.Ö. and Others Kararı
ABAD, S.Ö. and Others kararında konuya önce ilkesel olarak, sonra somut uyuşmazlık özelinde yaklaşmıştır.
İlk olarak, ABAD, bir üye devlet vatandaşlığının ve dolayısıyla Birlik
vatandaşlığının kaybı bağlamında ön tespitlerde
bulunmuştur. Ona göre üye devletler, uluslararası hukuku gereği gibi dikkate
alarak, vatandaşlığın kazanılması ve kaybı ile ilgili koşulları belirler (para.
34). Bununla birlikte, ulusal hukuk da, AB hukukunun kapsadığı durumlarda, AB
hukukunu gereği gibi dikkate almalıdır (para. 34). ABİHA md. 20 bir üye devletin
vatandaşı olan herkese Birlik vatandaşlığını bahşetmektedir ve Birlik
vatandaşlığı “üye devletlerin vatandaşlarının temel statüsü olacaktır” (para.
35). Bir kişinin bir üye devlet vatandaşlığını kaybı dolayısıyla Birlik
vatandaşlığını kaybı, niteliği ve sonuçları sebebiyle, AB hukukunun kapsamı içinde kalır (para. 36). Bu nedenle de, “üye
devletler, vatandaşlık
alanındaki yetkilerini kullanırken AB hukukunu, özellikle de orantılılık
ilkesini, gereği gibi dikkate almalıdır” (para. 36).
ABAD bu ön tespitlerinin devamında konuya ilkesel olarak yaklaşmıştır. Ona göre üye devletler, meşru olarak, “kendisi
ve vatandaşları arasındaki dayanışma ve iyi niyet özel ilişkisini ve ayrıca hakların
ve görevlerin karşılıklılığını” korumak isteyebilir (para. 37). Dahası, üye
devletler, Almanya’nın somut uyuşmazlıktaki düzenlemelerinin yaptığı gibi,
“birden çok vatandaşlığa sahip olmaktan kaçınmayı” da meşru olarak isteyebilir
(para. 38-40). O halde, AB hukuku, ilke
olarak, bir üye devletin vatandaşının gönüllü olarak bir üçüncü ülkenin
vatandaşlığını elde ettiğinde otomatik olarak o devletin vatandaşlığını kaybetmesine
ilişkin ulusal kuralların, bu kayıp aynı zamanda Birlik vatandaşlığının kaybı
anlamına gelse bile, önüne geçmez (para. 41).
ABAD, ikinci olarak, AB hukuku kapsamında orantılılık
ilkesinin somut uyuşmazlık özelinde
gerektirdikleri üstünde durmuştur. Bu yönden, yetkili ulusal makamlar ve
mahkemeler, AB hukuku bakış açısıyla,
bu tür bir vatandaşlık kaybının ilgili kişinin ve yerine göre aile üyelerinin
durumları üzerindeki sonuçları bakımından orantılılık ilkesini dikkate alıp
almadığını belirlemelidir (para. 42). AB hukuku, ilke olarak, Almanya’nın somut
uyuşmazlıktaki düzenlemelerinin yaptığı gibi, bir ön izin prosedürü aracılığıyla bireysel inceleme öngörmesine
ilişkin ulusal kuralların önüne geçmez (para. 46). Buna karşın, başvurucu
ulusal mahkemenin aktardığına göre, idari makamlar, bu ön izin prosedüründe
(pratikte) ilgili kişinin Alman vatandaşlığını ve dolayısıyla Birlik
vatandaşlığını kaybının sonuçlarını AB hukuku ışığında incelememektedir (para.
48).
Peki, bu tarzda bir inceleme kim tarafından ve hangi içerikle
gerçekleştirilecektir? ABAD’a göre davayı görmekte olan ulusal mahkeme, bu
tarzda bir incelemeyi ya kendisi yapmalıdır ya da idari makamlar tarafından
yapılmasını sağlamalıdır (para. 49). Bu inceleme, bu tür bir vatandaşlık
kaybının sonuçlarının, ulusal yasa koyucunun güttüğü hedef bakımından, AB hukuku
bakış açısıyla ilgili kişinin aile veya mesleki hayatının normal gelişimini orantısız
biçimde etkileyip etkilemediği yönünde o kişinin durumunu bireysel
değerlendirmeyi gerektirir (para. 50). Bununla birlikte, bu sonuçlar hipotetik
veya salt bir olasılık şeklinde olamaz (para. 50). Ayrıca, bu orantılılık
incelemesinin bir parçası olarak, vatandaşlığın kaybının, AB Temel Haklar Şartı
md. 7 ve 24(2), yani aile hayatına saygı hakkı ve çocuğun üstün yararı ile
uyumlu olması da sağlanmalıdır (para. 51).
ABAD, üçüncü olarak, AB hukuku kapsamında etkililik
ilkesinin somut uyuşmazlık özelinde
gerektirdikleri üstünde durmuştur. Etkililik ilkesi uyarınca ilgili kişi, vatandaşlık
kaybının sonuçlarının AB hukuku ışığında incelenmesini talep etme hakkı ve süresi
konusunda gereği gibi bilgilendirilmelidir (para. 56). Ulusal mahkeme, somut
uyuşmazlıkta, ilgili kişilerin 1 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren
düzenlemeler çerçevesindeki ön izin prosedürü hakkında gereği gibi
bilgilendirilip bilgilendirilmediğini belirlemelidir (para. 57). Ulusal
mahkeme, ilgili kişilerin Alman vatandaşlığını kaybının sonuçlarının AB hukuku
ışığında bireysel incelemesinden yararlanabilecek bir pozisyonda olmadığı
sonucuna varırsa, böyle bir inceleme tali bir mesele olarak yürütülebilmelidir:
Yetkili makamlar, örneğin bir seyahat belgesi veya vatandaşlığı gösteren başka
bir belge için yaptığı başvuru bağlamında, uygun olduğunda, ilgili kişinin o
devlet vatandaşlığını baştan itibaren (ex
tunc) yeniden kazandırabilmelidir (para. 62). Somut uyuşmazlıkta, başvurucu
ulusal mahkeme, Alman vatandaşlığını baştan itibaren (ex tunc) yeniden kazandırma ihtimali dahil, böyle bir tali incelemeyi
yürütebilmelidir (para. 63). Bu yönden, orantılılık incelemesi amaçlarıyla
dikkate alınacak tarih üçüncü ülke vatandaşlığının kazanıldığı tarih olacaktır
(para. 64).
Sonuç olarak, AB hukuku, somut
uyuşmazlıktaki şekilde tasarlanmış olan Alman hukukunun ilke olarak önüne geçmez,
ancak AB hukuku ile uyumlu olmak şu üç
şarta bağlıdır (para. 65). Birincisi, “ilgili kişiler, ulusal mevzuatın
öngördüğü vatandaşlığı muhafaza etme prosedürüne makul bir süre içinde etkili
erişebilmelidir ve bu prosedür hakkında gereği gibi bilgilendirilmelidir”.
İkincisi, “bu prosedür, yetkili makamlar tarafından bu vatandaşlığın kaybının
sonuçlarının orantılılığının AB hukuku ışığında incelenmesini içermelidir”.
Üçüncüsü, aksi halde, yetkili makamlar ya da mahkemeler, örneğin bir seyahat belgesi başvurusu
bağlamında, “böyle bir incelemeyi tali bir mesele olarak yürütebilmelidir ve
uygun olduğunda o vatandaşlığı baştan
itibaren (ex tunc) yeniden
getirebilmelidir”.
Sonuç
S.Ö. and Others kararı, bir taraftan, AB hukuku ışığında değerlendirilebilir. Bu
yönden, bu karar, bir üye devlet vatandaşlığının kaybı dolayısıyla Birlik vatandaşlığının kaybı ile ilgili kararlara, çarpıcı bir yenilik getirmeksizin,
eklenen bir karar olarak görülebilir. Bu konu, AB hukuku açısından ilk kez Rottmann kararı (2010) ile birlikte açıkça ele alındıktan sonra Tjebbes (C-221/17) kararı (2019), JY
(C-118/20) kararı (2022) ve X (C-689/21)
kararı (2023) ile de görülmüştü. İşte S.Ö.
and Others kararı (2024) da artık bu kararlar arasındaki yerini
almıştır. Başka bir ifadeyle, “AB hukukunu gereği gibi dikkate almak”
ifadesinin anlamı, bir üye devlet vatandaşlığının ve dolayısıyla Birlik
vatandaşlığının kaybı söz konusu olduğunda kayda değer ölçüde açıklığa kavuşturulmuştur.
Dolayısıyla, artık, bu ifadenin anlamı, bir üye
devlet vatandaşlığının kazanılması
dolayısıyla Birlik vatandaşlığının kazanılması söz konusu olduğunda açıklığa kavuşturulmayı beklemektedir.
Nitekim Komisyon, bu konuda, 20 Ekim
2020 tarihinde Kıbrıs ve Malta’ya karşı “altın pasaport” olarak anılan
yatırımcı vatandaşlık planları yönünden AB hukukunu ihlal ettikleri
gerekçesiyle resmi bildirim mektubu göndererek ihlal prosedürü başlatmıştır.
Komisyon, 6 Nisan
2022 tarihinde ise aynı konuda Malta’ya karşı bir gerekçeli görüş
göndererek ihlal prosedürünü ilerletmiştir. Komisyon, 21
Mart 2023 tarihinde Malta’ya karşı, ülkesi ile gerçek bir bağ taşımayan
kişilere önceden belirlenmiş ödeme veya yatırım karşılığında vatandaşlık
kazandırarak AB hukukunu ihlal ettiği gerekçesiyle ihlal davası açmıştır (C-181/23).
Dava hala derdest
olup, eğer karara bağlanırsa, bir üye devlet vatandaşlığının ve dolayısıyla Birlik vatandaşlığının
kazanılması ile ilgili ilk tespitleri
içerecektir.
Diğer taraftan, S.Ö.
and Others kararı, iki üst paragraftaki diğer kararlarla birlikte, Türk
vatandaşlığı açısından değerlendirilebilir. Şöyle ki; Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın websitesine göre “Yurt dışında yaşayan
6,5 milyonu aşkın vatandaşımızın yaklaşık 5,5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine
yerleşmiş bulunmaktadır”. O halde, bir üye devlet vatandaşlığının kaybı dolayısıyla
Birlik vatandaşlığının kaybı ile ilgili kararlar, Türk vatandaşlığı ile kesiştiği ölçüde, Ülkemiz için önem
taşıyabilecektir. İlk adım olarak, somut uyuşmazlık özelinde, ABAD’ın ön karar
prosedüründeki kararını takiben Düsseldorf
İdare Mahkemesi’nin (Verwaltungsgericht
Düsseldorf) ne yönde karar
vereceği takip edilebilir. Bir sonraki adım olarak, ABAD kararları
içtihat hukuku niteliği taşıdığından, AB üyesi devletlerde benzer durumda
olanların bu kararlar aracılığıyla hukuki durumları iyileştirilebilir.
Bunlar bir yana, S.Ö. and Others kararının önemini
azaltmaksızın, Almanya’nın birden çok vatandaşlık ile ilgili tutumunu değiştirmek
üzere olduğu da not düşülmelidir. Almanya, 19 Ocak 2024 tarihinde kabul
ettiği ve 27 Haziran 2024 tarihinde yürürlüğe girecek yeni bir yasa
aracılığıyla başkaca bir vatandaşlık kazanıldığında Alman vatandaşlığının
otomatik kaybı kuralını kaldırmaktadır. Nitekim, Deutsche Welle’nin 20 Ocak 2024 tarihli
haberine göre de Almanya’daki
yaklaşık 1.5 milyon Türk vatandaşlığına sahip kişinin, çifte vatandaşlığa imkan
tanıyan bu yeni düzenleme ile birlikte, gittikçe artan oranlarda Alman
vatandaşlığı başvurusu yapmasının beklenebileceği belirtilmektedir.
Sonuç olarak, vatandaşlık ile ilgili AB üyesi devlet hukukları, Almanya örneğinin gösterdiği üzere, AB hukuku gereği gibi dikkate alınmak suretiyle, dolayısıyla AB hukuku ile etkileşim halinde evrimleşmeye devam edecektir.
Bu yazıya atıf için: İlke Göçmen, “Bir Üçüncü Ülke (Türkiye) Vatandaşlığının Kazanılmasıyla Birlikte Bir Üye Devlet (Almanya) Vatandaşlığının ve Dolayısıyla Birlik Vatandaşlığının Kaybı: Adalet Divanının S.Ö. and Others (C-684-686/22) Kararı”, Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 3/5/2024, Link: <https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/05/httpsyasayanabhukuku.blogspot.com202405CJ-in-SOandOthers-C-684-686-22.html>
Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.
No comments:
Post a Comment