Avrupa Birliği’nde Hukukun Üstünlüğü İlkesi ve Koruma/Denetim Mekanizmaları Çerçevesinde Polonya Örneği
Fotoğraf Bilgileri: Eser Sahibi: Chris Potter / Wikimedia Commons
Merve Ağzıtemiz, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, AB Hukuku Anabilim Dalı
Avrupa Birliği (AB), hukukun üstünlüğü ilkesini yalnızca kurumsal işleyişin değil, Birlik kimliğinin de temel unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. Bu ilkenin korunmasına yönelik oluşturulan araçların etkinliği ise zaman zaman tartışma konusu olmaktadır. Polonya örneği, hem hukukun üstünlüğüne dair ihlallerin nasıl şekillendiğini hem de 7. madde prosedürü başta olmak üzere AB’nin bu tür ihlallere verdiği tepkilerin sınırlarını gözler önüne sermektedir. Bu yazıda, hukukun üstünlüğü ilkesi ve buna yönelik mekanizmalarının işleyişi hem genel olarak hem de güncel Polonya örneği üzerinden kısaca değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Avrupa Birliği’nin Bir Değeri Olarak Hukukun Üstünlüğü
AB, Lizbon Antlaşması ile değişik
AB Antlaşması’nda (AB Antlaşması) da belirtildiği üzere birtakım değerlerin
üzerinde kurulmuştur. Bunlar; insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi,
eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil
olmak üzere insan haklarına saygı olarak sıralanmaktadır. Düzenlemenin
devamında ise bu değerlerin, çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet,
dayanışma ve kadın-erkek eşitliğinin hâkim olduğu bir toplumda üye devletler
için ortak olduğu ortaya koyulmuştur. (Bkz. AB Antlaşması m.2) (Ayrıca Bkz. AB Antlaşması Dibacesi)
Hukukun üstünlüğü uyarınca, tüm
kamu erkleri her zaman, yasalarla belirlenmiş sınırlar içerisinde, demokrasi ve
temel haklar değerlerine uygun olarak ve bağımsız ve tarafsız mahkemelerin
denetimi altında hareket eder. (Bkz.) Yani genel anlamıyla, devletin
hukukla bağlı olması ifade edilmektedir. (Bkz.)
Hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca,
kamunun, her zaman yasanın koyduğu sınırlamalar dahilinde hareket etmesi
gerekmektedir. Bununla birlikte, bu kavramın içerdiği birçok farklı unsur da bulunmaktadır.
Bunlar, şeffaf, hesap verebilir, demokratik ve çoğulcu bir yasa yapma süreci,
bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından adalete erişim de dahil olmak üzere
etkili yargısal koruma ve güçler ayrılığı şeklinde ifade edilebilir. Bu
unsurlarla birlikte, hukukun üstünlüğü kavramı, herkesin kanun önünde eşit
korumaya sahip olmasını gerektirmekte ve hükümetlerin keyfi güç kullanmasını
önlemektedir. Ayrıca temel haklar ve özgürlüklerin korunmasını ve
desteklenmesini de sağlamaktadır. (Bkz. Konsey)
AB Antlaşması’nın 2. maddesinden
görüldüğü üzere, hukukun üstünlüğü açık bir şekilde AB’nin değerlerinden birisi
olarak sayılmıştır. Bu bağlamda, AB açısından, hukukun üstünlüğü ilkesinin Birliğin
temel değerlerinden biri olduğu ve Birliğin işleyişinin merkezinde yer aldığı
da ifade edilebilir. Bu ilke sayesinde, üye devletler arasında/içinde hukuk
normları eşit, şeffaf ve tutarlı biçimde uygulanmakta ve bu sayede hak korunması
sağlanmaktadır. Böylelikle, gerçek ve tüzel kişiler için güvenilir,
öngörülebilir ve istikrarlı bir ortam yaratılmaktadır. Hukukun üstünlüğünün
olmadığı bir Birlikte, özellikle de Birliğin temelini oluşturan ortak pazarın
işlevselliğini sürdürmesi tehlikeye girebilecektir.
AB’de hukukun üstünlüğü, yalnızca
ekonomik faaliyetler açısından değil, demokratik işleyiş, temel hakların
korunması ve adalete erişim açısından da kritik bir öneme sahiptir. Herhangi
bir hak ihlalinde, kişilerin tarafsız ve bağımsız bir yargıya başvurabilmesi bu
ilkeyle mümkün olmaktadır. Hukukun üstünlüğü, ayrıca, AB politikalarının etkili
biçimde hayata geçirilmesini sağlayarak, eşitlik ve sosyal adalet gibi temel
değerlerin korunmasına da yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte, AB’nin diğer
politika alanlarının korunması gibi unsurlar da bu ilkeyle sıkı sıkıya
bağlıdır. (Bkz. AB Antlaşması)
Hukukun üstünlüğü, AB’nin
genişlemesi açısından da önemli bir unsurdur. AB'ye üye olmak isteyen aday
ülkeler açısından hukukun üstünlüğüne bağlılık, temel bir kabul şartıdır. Bu
prensibe saygı ve bağlılık göstermeyen ülkelerin üyelik sürecinde ilerlemesi
mümkün görülmez.
Genel olarak değerlendirildiğinde, AB'nin varlığı ve sürdürülebilirliğinin, hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlam ve sürekli şekilde uygulanmasına bağlı olduğu vurgulanmaktadır. (Genel olarak Bkz. Komisyon)
Avrupa Birliği’nde Hukukun Üstünlüğünün Korunması
AB’nin değerlerinden olan hukukun
üstünlüğü, Antlaşma’da lafzen sayılmakla kalmamış, koruyucu ve önleyici
mekanizmalarla desteklenmiştir. Bu bağlamda (kurumsal açıdan) hukuki
belirlilik, keyfiliğin yasaklanması, bağımsız yargıya erişim, güçler ayrılığı
ve hukukun uygulanmasında eşitlik gibi kavramların takibi ve korunması
açısından bazı adımlar atılmaktadır. Burada ise “Rule of Law Toolbox” kavramı
öne çıkmaktadır. Hukukun üstünlüğünün
sağlanmasına yönelik olarak kullanılan bu “Hukukun Üstünlüğü Araç Seti”, AB’nin
hem üyeleri arasında hem de dış ilişkilerinde hukukun üstünlüğünü desteklemek
ve ihlalleri önlemek adına geliştirdiği çeşitli araç ve mekanizmaları içermektedir.
Bu araç ve mekanizmalar ise ikiye ayrılabilir. (Bkz. Komisyon)
Birinci kısmı, hukukun üstünlüğü
ilkesini destekleyen ya da buna karşı ihlali önlemeye çalışan araçlar
oluşturmaktadır. Burada:
-
Üye
devletlerin yapısal reformlar gerçekleştirmeleri için sağlanan teknik ve mali
destekler,
-
Yargı
sistemleri ve yolsuzlukla mücadele dahil olmak üzere makroekonomik ve yapısal
konulara ilişkin ülkeye özgü tavsiyelerle sonuçlanan ve yıllık bir süreç olan
Avrupa Sömestri (Bkz. İKV),
-
Ulusal
yargı sistemlerinin bağımsızlığı, kalitesi ve etkinliğini ortaya koyan AB
Adalet Göstergesi (AB Adalet Skor Tahtası), (Bkz.)
-
Romanya
ve Bulgaristan özelinde yargı reformu, yolsuzlukla mücadele gibi konularda
eksikliklerin giderilmesine yönelik düzenli izleme ve ilerleme raporları (Bkz.
CVM Reports)
-
Sivil
toplum ve projeler için destekler ve
-
Merkezinde
yıllık “Hukukun Üstünlüğü Raporu” yer alan, yıllık bir döngü olan “Hukukun
Üstünlüğü Mekanizması” bulunmaktadır.
İkinci kısmı, hukukun üstünlüğü
ilkesinin ihlaline yönelik eylem ve uygulamalara karşı atılacak adımlar
oluşturmaktadır. Bunlar:
-
İhlal
durumunda, AB fonlarına erişimin askıya alınabilmesi, azaltılabilmesi veya
sınırlandırılabilmesini sağlayan hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesindeki bütçe
koşulluluğu, (Bkz. Tüzük)
-
Erken
uyarı aracı olarak, sistemik tehditleri ele almak üzere bir üye devletle
diyalog kurulmasını sağlayan “Hukukun Üstünlüğü Çerçevesi”,
-
İhlal
davası (Bkz. Avrupa Birliğinin İşleyişi Hakkında
Antlaşma) ve
- Hukukun üstünlüğüne yönelik ciddi ihlalleri ele almak üzere kaleme alınmış olan AB Antlaşması’nın 7. maddesinin uygulanmasıdır. (7. madde Prosedürü)
Avrupa Birliği’nde 7. madde Prosedürü
Doğrudan Antlaşmalarda yerini
bulması nedeniyle 7. madde prosedürü, bu araçlar arasında ön plana çıkmaktadır.
AB Antlaşması’nın 7. maddesinde, AB değerlerinin, bir üye devlet tarafından
ciddi biçimde ihlaline yönelik açık bir risk bulunması ya da bu değerlerin
ciddi ve sürekli biçimde ihlal edilmesi durumları ele alınmıştır. Dolayısıyla,
değerlere karşı eylemler bakımından ikili bir yol izlenmiştir.
Birincisi, değerlerin ihlaline
yönelik açık bir risk bulunması durumudur. Bu durum, Konsey üyelerinin beşte
dört çoğunluğuyla tespit edilebilir. Konsey, bu tespiti yapmadan önce ilgili
üye devleti dinleyebilir ve aynı usule göre hareket ederek bu devlete
tavsiyelerde bulunabilir. (Bkz. AB Antlaşması m.7/1) Bu tespit ve tavsiye açısından
ise bir ön koşul belirlenmiştir. Buna göre, Konsey, üye devletlerin üçte
birinin, Avrupa Parlamentosu’nun veya Avrupa Komisyonu’nun gerekçeli önerisi
üzerine ve Avrupa Parlamentosu’nun muvafakatini aldıktan sonra ihlal riskine
karşı harekete geçebilmektedir.
İkincisi, değerlerin ciddi ve
sürekli bir şekilde ihlal edilmesi halidir. Böyle bir durumda ise Avrupa
Birliği Zirvesi, üye devletlerin üçte birinin veya Avrupa Komisyonu’nun önerisi
üzerine (ve Avrupa Parlamentosu’nun muvafakatini aldıktan sonra), AB değerlerinin
bir üye devlet tarafından ciddi ve sürekli biçimde ihlal edildiğini, ilgili üye
devleti gözlemlerini sunmak üzere davet ettikten sonra, oybirliğiyle tespit
edebilecektir. (AB Antlaşması m.7/2) Bu tespit yapıldığında Konsey,
ilgili üye devletin hükümet temsilcisinin Konsey’deki oy hakları da dahil,
Antlaşmalar’ın bu üye devlete uygulanmasından kaynaklanan haklardan bazılarının
askıya alınmasına nitelikli çoğunlukla karar verebilecektir.
Bu prosedürler hakkındaki birinci durum,
her ikisinin de ön koşula bağlanmış olmasıdır. (Bununla birlikte,
Parlamento’nun muvafakati şartı demokratik bir gereklilik olarak karşımıza
çıkmaktadır.) İkincisi, Konsey ve Zirve’nin baskınlığı neticesinde, 7. madde
Prosedürünün siyasi bir tarafı olduğu ve bir üye devlete karşı bu yönde hareket
etmenin her zaman çok kolay olmayabileceği vurgulanmalıdır. Ayrıca, değerlerin
ciddi ve sürekli bir şekilde ihlal edilmesi halinde aranan oybirliği şartı
süreci durdurabilecek bir nitelik barındırmaktadır.
Bununla birlikte, 2014 yılından bu yana Komisyon tarafından erken uyarı mekanizması olarak kullanılan “Hukukun Üstünlüğü Çerçevesi”, bu prosedür öncesi döneme en azından teknik katkı sağlamaktadır. Bu çerçevede, özellikle yargı bağımsızlığı ve hukukun uygulanması gibi alanlarda sorun çıktığında, diyaloğu temel alan üç aşamalı bir süreç (Komisyon incelemesi- tavsiye- izleme) başlatılmaktadır. Amaç, AB Antlaşması’nın 7. maddesinin uygulanmasına gerek kalmadan sorunu çözebilmektir. Bununla birlikte, bu sürecin zamansal olarak oldukça geniş bir aralığa yayılabileceği gözden kaçırılmamalıdır. (Bkz. Komisyon) Bu uzama ise değerlerin ihlalinin, zamanla anlamını kaybetmesi riskini barındırıyor gibi görünmektedir.
Hukukun Üstünlüğü İlkesi ve Polonya
Avrupa Birliği’nde hukukun
üstünlüğü ilkesinin ihlali bakımından özellikle iki üye devlet öne çıkmaktadır:
Macaristan ve Polonya. Polonya’nın durumu, hukukun üstünlüğü mekanizmasına tabi
tutulmasına rağmen gerekli iyileştirmeleri yaptığı gerekçesiyle bu sürecin
dışında bırakılmasıyla dikkat çekmektedir. Ancak son dönemde, Polonya’nın
hukukun üstünlüğünü zedeleyici uygulamalara devam ettiğine dair çeşitli
bulgulara yer verilmektedir. Bu nedenle, güncel gelişmeler ışığında, hukukun
üstünlüğünün korunmasına yönelik mekanizmaların Polonya özelinde yeniden ele
alınması gerekmektedir.
Polonya ve hukukun üstünlüğü
ilkesinin ihlali konuları 2016 yılından bu yana gündemdedir. Komisyon,
Polonya'da hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlaline yönelik açık bir risk bulunduğu
gerekçesiyle Ocak 2016'da (ilk kez) Hukukun Üstünlüğü Çerçevesi kapsamında
inceleme başlatmıştır. Bu süreçte yargı bağımsızlığı, Anayasa Mahkemesi'nin
işleyişi ve hakimlerin atanması gibi konularda ciddi endişeler dile getirilmiş
ve 2017'de Polonya'ya karşı ilk kez 7. madde (m.7/1) prosedürü başlatılmıştır. Avrupa
Komisyonu’na göre, Polonya’daki yargı reformları, yargı erkini iktidardaki
çoğunluğun siyasi denetimi altına sokmuştur. Yargı bağımsızlığının ortadan
kalkması ise, yatırımların korunmasından Avrupa Tutuklama Müzekkeresinin
uygulanmasına ve mahkeme kararlarının karşılıklı tanınmasına kadar birçok
alanda, AB hukukunun etkili şekilde uygulanabilirliğine ilişkin ciddi soru
işaretleri doğurmuştur. (Bkz. Komisyon)
Uzun yıllar devam eden bu süreçte,
Polonya'nın yargı sisteminde yaptığı değişiklikler nedeniyle, AB ile Polonya
arasında sürekli gergin bir ortam oluştuğu ifade edilebilecektir. (Tabi bu gerginliğin
diğer bir tarafında Macaristan’ın da bulunduğu ifade edilebilir.) Bununla
birlikte, 2023 yılından itibaren, Polonya hükümeti yargı reformlarını tersine
çevirmek ve AB'nin taleplerine yanıt vermek için adımlar atmaya başlamıştır.
Komisyon ise Mayıs 2024'te, bu ilerlemeleri gerekçe göstererek Polonya'ya
yönelik hukukun üstünlüğü denetim sürecini sona erdirdiğini duyurmuştur.
Son dönemde ise, hukukun üstünlüğü
denetim sürecinin aslında sonlandırılmaması gerektiği üzerinden yorumlar
yapılmaktadır. Örnek olarak, hükümetin hâlâ somut reformları hayata geçirmediği
vurgulanmakta, yargı bağımsızlığı zayıf olarak nitelendirilmektedir. Ayrıca
mültecilerin sınırdaki durumları ve ulusal ceza yasasında geriye dönük
yetkileri meşrulaştırmaya yönelik hükümet tasarıları da eleştirilmektedir. Son
olarak, Polonya Anayasa Mahkemesinin, AB’nin iklim ve enerji alanındaki
tasarruflarının, Polonya Anayasası ile bağdaşmadığı ve bu durumun ulusal
egemenlik yetkisinin ihlali olduğuna ilişkin kararıyla birlikte Polonya’nın AB
Hukukuna bakışı tekrardan sorgulanmaya başlanmıştır. (Bkz. European Conservative – Notes From Poland ) Hatta bazı değerlendirmelerde,
hukukun üstünlüğü mekanizmasının Polonya açısından çok geç başlatıldığı yönünde
eleştiriler de dile getirilmektedir. (Bkz. Verfassunsblog)
Bu bağlamda, aslında eleştirinin
odağında AB kurumları bulunmaktadır. Nitekim, kimi ifadelere göre, AB tarafında
Prosedürün sona erdirilmesi yönündeki acele, büyük ölçüde eski Zirve Başkanı olan
Donald Tusk liderliğinde göreve gelen Polonya'nın yeni hükümetinin verdiği
"taahhütlere" dayanmıştır. Hükümet, bu yönde bir eylem planı
hazırlamışsa da somut önlemlerin aslında hayata geçirilmediği vurgulanmaktadır.
(Bkz. HRW)
Nitekim, 2023 yılı Komisyon
raporunda, Polonya’da özellikle yargı bağımsızlığı konusunda hâlâ atılması
gereken önemli adımlar bulunduğu açıkça vurgulanmıştır. Buna göre, Avrupa
Birliği Adalet Divanı (ABAD), Polonya’daki hâkimlere yönelik disiplin rejimi
bağlamında AB’nin yargı bağımsızlığına ilişkin standartlarını netleştirmiş olsa
da ülkede yargının bağımsızlığına dair kamuoyundaki algı oldukça düşüktür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konudaki kesin hükümleri ve geçici
tedbirlerinin uygulanmaması da ciddi endişelere yol açmaktadır. Ulusal Yargı
Konseyi’nin bağımsızlığı konusundaki sorunlar sürmekte, ayrıca Yargıtay’ın
Birinci Başkanı da dahil olmak üzere bazı üyelerinin yasayla kurulmuş bir
mahkeme ilkesine uygunluğu tartışmalı halde bulunmaktadır. (Bkz. Komisyon 2023 Raporu/Polonya)
Her ne kadar Polonya’nın bazı alanlarda sınırlı ilerleme kaydettiği 2024 Hukukun Üstlüğü Raporu'nda ortaya konmuş olsa da sürecin bu gelişmelere kıyasla oldukça hızlı bir şekilde sonlandırılmış olabileceği yönünde soru işaretleri bulunmaktadır. Raporda, 7. madde prosedürünün sona erdiği belirtilmekle birlikte, bazı başlıklarda hâlâ ilave adımlar atılması gerektiği de açıkça ifade edilmiştir. Bu durum, hukukun üstünlüğü süreci henüz tam anlamıyla tamamlanmamışken, prosedürün kapatılmasının aceleci bir karar olup olmadığına dair tartışmaları beraberinde getirmektedir. (Bkz. Komisyon 2024 Raporu/Polonya)
Sonuç
AB değerlerinin korunması amacıyla,
Polonya örneğinde, bazı anayasal ve kurumsal adımlar atılmış olsa da hukukun
üstünlüğünü korumaya yönelik mevcut mekanizmaların genel işleyişi iki açıdan ve
bütüncül olarak değerlendirilmelidir.
Birincisi, 7. madde prosedürü,
ilerleyebilmesi için belirli bir oranda çoğunluk (ve ciddi ihlal aşamasında)
oybirliği gerektirmektedir. Bu durum, özellikle Macaristan gibi benzer
ihlallerle suçlanan bazı üye devletlerin birbirini koruyabilecek bir ittifak
ilişkisi kurmasına imkân tanımaktadır. Böylelikle prosedür, hukuki niteliğinden
saparak siyasi etkilere açık bir araç hâline gelebilmektedir. Ayrıca, bu
prosedür, çoğu zaman AB kurumları ile ilgili üye devlet arasında siyasi gerilim
yaratma potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle, AB tarafından ortaya koyulan
diğer hukukun üstünlüğü araçları ve bu araçların kademeli biçimde uygulanması,
mekanizmanın etkinliği ve AB ile üye devlet arasındaki uzlaşı açısından büyük
önem taşımaktadır.
İkincisi, prosedürlerin fazla uzun
sürmesi, denetim mekanizmasının etkisini yitirmesine yol açabilir. Nitekim
Polonya örneğinde de görüldüğü üzere, süreç 2016’dan bu yana inişli çıkışlı
biçimde ilerlemiş ve büyük ölçüde sürüncemede kalmıştır. Öte yandan, aşırı
hızlı işleyen bir hukuki sürecin de ulusal egemenlik hassasiyetlerini tetikleme
riski bulunmaktadır. Bu nedenle, Avrupa Birliği’nin bu tür süreçleri ne
gereksiz yere uzatması ne de aceleci biçimde sonlandırması gerekir. Üye
devletlerde bir egemenlik krizine yol açmaksızın, teknik olarak hukukun
üstünlüğü ilkesine uyum sağlanması hedeflenmelidir. Bu bağlamda hem zamanlama
hem de uygulama yöntemi açısından mekanizmanın işlerliğinin yeniden
değerlendirilmesi gerektiği yönünde tartışmalar gündeme gelmektedir.
No comments:
Post a Comment