20 February 2024

Avrupa Birliği Hukuku Kapsamında Silme/Unutulma Hakkına ilişkin Sürelerin Yorumlanması: Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia (C-118/22) Kararı



Merve Ağzıtemiz, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı

Fotoğraf: Eser Sahibi: Ben Franske / wikimedia commons


GİRİŞ

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) 30 Ocak 2024 tarihinde Direktor na Glavnadirektsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia (C-118/22) davasındaki kararını açıklamıştır. Bu dava ile silme/unutulma hakkı çerçevesinde, hakkında mahkumiyet kararı bulunan kişilerin biyometrik ve genetik verilerinin saklanması hususu Avrupa Birliği (AB) Hukuku kapsamında ele alınmıştır. Bu karar AB’de biyometrik ve genetik verilerin işlenmesi hakkındaki önceki tarihli ABAD kararın bir devamı niteliğindedir. (bkz. Ministerstvo na vatreshnite raboti)

Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia kararının önemi ile ilgili olarak da şu tespitlerde bulunulabilir. Birincisi, bu dava Büyük Dairede görülmüştür. İkincisi, Çekya, İrlanda, İspanya, Hollanda, Polonya ve Avrupa Komisyonu davaya ilişkin gözlemlerini sunmuştur. Üçüncü olarak, Hukuk sözcüsü Pikamae 15 Haziran 2023 tarihinde Gerekçeli Görüşünü vermiştir. Adalet Divanı, dava konusu olayın hiçbir yeni hukuksal sorun ortaya çıkarmadığı görüşündeyse davanın Hukuk Sözcüsünün görüşü olmaksızın yürütülmesine karar verebilmektedir (Adalet Divanı Statüsü m.20). O halde, Adalet Divanı, bu davada Hukuk Sözcüsünün görüşü alındığına göre, dava konusu olayın yeni hukuksal sorun ortaya çıkardığı kanaatini taşımaktadır şeklinde bir yorum yapılabilecektir. Dördüncüsü, bu karar, “medya ilgisini çeken veya vatandaşların yaşamında etki doğuran konular hakkında” kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlayan basın açıklamaları ve dava özetleri arasında kendisine yer bulmuştur.

Bu yazıda öncelikle Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia davasının vakaları ortaya koyulacak sonrasında ise ABAD’ın kararı incelenecektir.


1.      VAKALAR

NG, yalan ifade verilmesine ilişkin bir soruşturma prosedürünün parçası olarak polis siciline kayıt edilmiştir. Söz konusu fiil ulusal hukuka göre bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu sürecin sonunda kendisi hakkında dava açılmış ve ardından söz konusu fiilden ötürü suçlu bulunarak bir yıl denetimli serbestlik cezasına çarptırılmıştır. Bu cezayı tamamladıktan sonra ise rehabilitasyona alınmıştır.

NG, rehabilitasyon sonrasında İçişleri Bakanlığının ilgili bölge makamına başvurarak kaydının polis kayıtlarından silinmesi yönünde talepte bulunmuştur. Bu talep, rehabilitasyon durumu da dahil olmak üzere kesin bir mahkûmiyet kararının, ulusal kanunda sınırlı şekilde sayılan silinme gerekçelerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. NG' nin bu karara karşı yaptığı itiraz da reddedildikten sonra NG, 2016/680 sayılı Direktifin düzenlemesine göre kişisel verilerin saklanmasının sınırsız bir süreyle uygulanamayacağını ileri sürerek, üst mahkemeye itirazda bulunmuştur. NG' ye göre ilgili kişi, cezasını tamamladıktan ve rehabilitasyondan yararlandıktan sonra da dahil olmak üzere, hakkında mahkûmiyet kararı bulunan suçla bağlantılı olarak toplanan bu tür verilerin silinmesi hakkını hiçbir zaman elde edememekte ve fiilen ‘sınırsız süreli’ bir depolama durumu oluşmaktadır.

Ulusal mahkeme bu bağlamda ilk olarak, polis kayıtlarına işlenme durumunun kişisel verilerin işlenmesi halini oluşturduğunu ve söz konusu işlemin 2016/680 sayılı Direktif kapsamında olduğunu belirtmiştir. İkinci olarak rehabilitasyonun, ulusal yasalarda sayılan kayıt silme gerekçelerinden birisi olmadığının ve bu nedenle polis kayıtlarının silinmesinin talep edilemeyeceğinin altını çizmiştir. Üçüncü olarak ise söz konusu Direktifin, toplanan verilerin gereğinden uzun saklanmasının önüne geçtiği, silinme/düzenli kontrole ilişkin zaman sınırları koyulması gerektiğini ortaya koyduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda ulusal mahkeme ön karar prosedürüyle söz konusu Direktifin, yetkili makamların; önleme tespit, soruşturma, davaların kovuşturulması ve cezaların infazı gibi durumlarda kişisel verileri sınırsız şekilde işleyebilme hakkına izin verip vermediği konusunda yorumunu talep ederek sorusunu ABAD’a yöneltmiştir. (Vakalara ilişkin olarak bkz. paragraflar 21-30) 


2.      KARAR

ABAD, ön karar prosedürünün çerçevesinde ulusal mahkeme tarafından kendisine gönderilen soruyu yeniden formüle ettikten sonra esastan denetime geçmiştir. 


Ön karar Prosedürü çerçevesinde yöneltilen soru:

ABAD, ön karar prosedürünün kabul edilebilir olduğunu doğrudan tespit etmeye gerek duymamış ancak ulusal mahkeme tarafından kendisine yöneltilen soruyu tekrardan formüle etmiştir. Buna göre ulusal mahkemenin yönelttiği sorunun özü aslında veri saklamanın zamansal sınırlarıyla ilgilidir. Nitekim yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere ulusal yasalarla kişisel verinin silinmesinin haklı gösterilmesine ilişkin hiçbir durumlar sınırlı şekilde düzenlenmiştir. Bu düzenleme, hakkında mahkûmiyet kararı bulunan ve rehabilitasyondan geçen bir kişinin bu olaya ilişkin kayıtlarının, ilgilinin ölümü haricinde süresiz olarak saklanmasına/işlenmesine yönelik söz konusu olayda uygulanamamıştır. Bu durum ise kişilerin temel haklarının korunmasına ilişkin soru işaretleri ortaya çıkarmıştır.

ABAD’a göre ulusal mahkeme söz konusu ulusal düzenlemelerin orantılılık ilkesiyle uyumunu sormaktadır. Nitekim 2016/680 sayılı Direktifin dibacesinde kişisel verilerin korunması hakkına ilişkin getirilen sınırlamaların AB Temel Haklar Şartının (ABTHŞ) ilgili maddeleriyle korunan temellerde olması gerektiği ve bunların orantılılık ilkesini de içerdiği vurgulanmıştır. Bunula birlikte ABAD, ulusal mahkemenin söz konusu Direktifin salt olarak tek maddesine ilişkin olan sorusunu Direktifin ilgili diğer maddelerine de genişletmiştir. (Paragraflar 31-36)

Sonuç olarak ABAD soruyu yeniden değerlendirmiş ve düzenlemiştir. Buna göre AB Hukukunun, rehabilite olsalar da hakkında re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan dolayı kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunan kişiler açısından, suçların önlenmesi, araştırılması ve tespiti, soruşturma ve kovuşturmaların yapılması veya cezaların infazı amacıyla biyometrik ve genetik veriler de dahil olmak üzere kişisel verilerin, söz konusu verileri silme hakkı verilmeden ilgili kişinin ölümüne kadar polis yetkilileri tarafından saklanmasını öngören ulusal mevzuatın önüne geçip geçmediği sorulmaktadır. (Paragraf 37)


Esastan Denetim:

ABAD esastan denetimi kapsamında (i) 2016/680 sayılı Direktif ve ABTHŞ ilgili maddeleri hakkında bazı ön tespitlerde bulunmuş ve devamında (ii) ilgili ulusal mevzuatın haklı gösterilip gösterilemeyeceğini değerlendirmiştir. Burada orantılılık ilkesi hakkındaki değerlendirmeler öne çıkmaktadır.


ABTHŞ ve 2016/680 sayılı Direktife İlişkin Ön Tespitler

ABAD ilk olarak 2016/680 sayılı Direktif ve ABTHŞ ilgili maddeleriyle ilgili genel tespitlerini ortaya koymuştur. Buna göre (i) ulusal hukukun, kamu güvenliği gerekçesiyle veri işlenmesine yönelik bir düzenlemesi bulunduğunun altını çizerek bu durumun 2016/680 sayılı Direktifin dışında kalacağını belirtmiştir. Söz konusu olayın Direktif kapsamına girdiğini ancak ulusal güvenlik söz konusu olduğunda işlenen verilerin hangi amaçla kullanıldığının değerlendirilmesinin (ki burada dar yorum yapılmalıdır) ulusal mahkemede olduğunu vurgulamıştır.  ABAD devamla (ii) ABTHŞ’de yer alan aile hayatına saygı ve kişisel bilgilerin korunmasına ilişkin hükümlerin mutlak olmadığını ancak toplumdaki işlevleriyle bağlı olarak diğer temel haklarla kıyaslanması gerektiğinin altını çizmiştir. Bu bağlamda bu haklara getirilecek sınırlamaların bazı şartlar (ABTHŞ m.52/1) taşıması gerektiği ortadadır. Burada ABAD tarafından özellikle orantılılık ilkesinin vurgulandığı görülmektedir. (Paragraf 38-40)

ABAD bu genel tespitlerinden sonra özellikle Direktifin ilgili maddelerini ayrıca ele almıştır. 2016/680 sayılı Direktif m.4/1-c, üye devletlerin kişisel verileri işlenme amaçlarıyla uygun şekilde (amaçla bağlantılı, ölçülü ve sınırlı olmasını) sağlaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu husus üye devletlerin "veri minimizasyonu" ilkesini gözetmelerini gerektirmektedir ki bu da aslında orantılılık ilkesinin bir görünümü şeklindedir. (Paragraf 41)

2016/680 sayılı Direktif m.4/1-e uyarınca üye devletler, bu verilerin, ilgili kişilerin kimliklerinin belirlenmesine izin verecek bir biçimde saklanma amaçları göz önüne alındığında gereken süreyi aşmayacak bir şekilde tutulmasını sağlamalıdır. (Paragraf 43) Bu bağlamda, söz konusu Direktifin 5. maddesi, üye devletlerin özellikle kişisel verilerin silinmesi için uygun süre sınırlarının belirlenmesini veya bu tür verilerin saklanması ihtiyacının düzenli olarak doğrulanmasını sağlamasını gerektirmektedir. Verilerin saklanmasına ilişkin sürelerin "uygun" niteliği, her halükârda, bu verileri işlemeyi haklı kılan amaçlar göz önüne alındığında, saklanmalarının artık gerekli olmadığı durumlarda ilgili verilerin silinmesini gerektirir. (Paragraflar 44-46)

ABAD devamla, biyometrik ve genetik veriler gibi hassas bazı kişisel veri kategorilerinin işlenmesini düzenleyen 2016/680 sayılı Direktif m. 10’a değinmiştir. ABAD’a göre bu tür verilerin "yalnızca mutlak gereklilik durumunda" işlenmesine izin verilmektedir. (Paragraf 47-48) Bu madde ile birlikte özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesinin daha sıkı şartlara bağlı olduğu ve veri sahibinin hak ve yükümlülüklerinin korumasının amaçlandığı ortadadır.

ABAD son olarak, 2016/680 sayılı Direktif m. 16’ya değinmektedir. Bu madde, verilerin işlenmesi, söz konusu Direktif kapsamında kabul edilen hükümlere aykırı olduğunda veya bu tür verilerin yasal bir yükümlülüğe uymak için silinmesi gerektiği durumlarda, kişisel verilerin silinmesi hakkını düzenlemektedir. Dolayısıyla, bu silme hakkı, özellikle söz konusu kişisel verilerin korunmasının, işlenme amaçları açısından gerekli olmadığı veya ‘artık’ gerekli olmadığı veya bu silme işleminin, ulusal kanunlarla belirlenen süre sınırlarına uymak için gerekli olduğu durumlarda kullanılabilecektir. (Paragraflar 49-51)

ABAD’ın bu değerlendirmelerinden çıkarılabilecek sonuç şudur: bu alanda yürürlükte olan AB mevzuatı, kişisel verilerin işlenmesi/saklanması ve süresinin, buna yönelik amaçlar göz önüne alındığında gerekli olduğu kanıtlanan sürelerle sınırlı olmasını sağlamaya yönelik genel bir çerçeve oluşturmaktadır. Genel ilkelere uygun olarak veri sahibinin temel haklarının korunması, bu verilerin silinmesini gerektiren somut durumlar ve süre sınırları/zamanlamayı belirleme yetkisi üye devletlere bırakılmıştır. 


AB Hukuku çerçevesinde Ulusal Düzenlemelerin Değerlendirilmesi

ABAD kendisine sunulan belgelerden anlaşıldığı üzere, söz konusu olayda polis kayıtlarında yer alan (re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suç işleyen kişilerle ilgili) kişisel verilerin yalnızca operasyonel ve karşılaştırmalı soruşturma amacıyla tutulduğunun anlaşıldığını belirtmiştir. (Paragraf 53)

ABAD’a göre ilk olarak, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan kişilere ilişkin verilerin polis kayıtlarında saklanması, ulusal mevzuatın o mahkumiyete ilişkin etkilerinin iptal edildiği durumlarda dahi, bazı amaçlar için gerekli olabilecektir. Bu kişiler, (mahkûmiyet kararı verilen suçlar dışında) başka suçlarla da ilişkilendirilebilirler veya saklanan verilerin, diğer suçlarla ilgili yürütülen işlemler sırasında toplanan verilerle karşılaştırılması sonucunda aklanabilirler. (Paragraf 54)

İkinci olarak ise, polis kayıtlarında saklanan verilerin ulusal mevzuatta düzenlenen ve parmak izi, fotoğraf, profil oluşturma amacıyla alınan bir DNA örneği veya mahkûmiyet kararları gibi veri sahibiyle ilgili olan veriler olduğu anlaşılmaktadır. Bu çeşitli veri kategorileri, ilgili kişinin kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla mahkûm edildiği suçlar dışında başka suçlara karışıp karışmadığını doğrulama amacıyla önemli olabilir. Dolayısıyla bunlar, verilerin işlenmesi bakımından 2016/680 Sayılı Direktifin ilgili düzenlemesi kapsamında bağlantılı olarak değerlendirilebilir. (Paragraf 56)

ABAD bu değerlendirmeyi yapmış ancak daha sonra üzerinde ayrıntısıyla duracağı orantılılık ilkesinin de altını çizmiştir. Buna göre, verilerin saklanması bakımından ulusal hukuk tarafından belirlenen ve saklanan verilerin gizliliğini ve güvenliğini sağlamayı amaçlayan uygun teknik ve organizasyonel önlemler bu bağlamda dikkate almalıdır. (Paragraf 57)

Tabi bu unsurlarla birlikte saklanan verilerin saklanma sürelerinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Olaydan anlaşıldığına göre, ilgili kişinin re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan ötürü hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunması durumunda, ilgili verilerin o kişinin ölümüne kadar saklandığı belirtilmektedir. Belirtildiği üzere ulusal mevzuat, bu tür bir suçla suçlanan kişilerin kayıtlarının diğer durumlarda silinmesini öngörmektedir. Ancak bu bağlamda, "re’sen kovuşturulan kasıtlı suç" kavramı özellikle genel niteliktedir ve niteliğine ve ciddiyetine bakılmaksızın çok sayıda suça uygulanması muhtemel görünmektedir. (Paragraf 58-59)

Bununla birlikte Hukuk Sözcüsünün de görüşünde belirttiği üzere, bu tür bir suçtan hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan kişilerin tamamı, diğer suçlara karışma konusunda aynı derecede risk taşımamaktadır. Bu da genel olarak verilerin herkese eşit şekilde uygulanan ‘genel belirlenmiş’ bir süre boyunca saklanmasını haklı çıkarır görünmektedir. Ancak bazı durumlarda, işlenen suçun niteliği ve ciddiyeti veya tekerrür eden suçların bulunmaması gibi faktörler dikkate alındığında, hükümlü kişinin temsil ettiği risk, verilerinin ölünceye kadar muhafaza edilmesini haklı çıkarmayacaktır. Bu gibi durumlarda saklanan veriler ile güdülen amaç arasında artık geçerli bir ilişki olmayacaktır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda bu verilerin saklanması veri minimizasyonu ilkesine uygun olmayacak ve amaçları bakımından gerekli olan süreyi aşacaktır. (Paragraf 60)

Hukuk Sözcüsüne göre bu gibi kişilerin, sabıka kayıtlarının silinmesiyle sonuçlanan yasal bir rehabilitasyon almış olması, kendi başına o kişinin verilerinin polis arşivinde/kayıtlarında saklanmasını gereksiz hale getirmeyecektir. Çünkü kayıt ve saklama amaçları farklı ele alınmalıdır. Ancak ulusal hukuka göre rehabilitasyon, ilgili kişinin cezasını çektikten sonra belirli bir süre boyunca re’sen kovuşturulan kasıtlı başka bir suç işlemediği koşuluna bağlı olduğu için, ilgili kişinin suçla mücadele veya kamu düzeninin korunması hedefleri açısından daha düşük bir risk sunduğuna dair bir gösterge olarak da değerlendirilebilir. Bu husus ise veri saklamanın gerekliliği açısından süre azaltılmasına sebep olabilecek bir faktör olarak ele alınabilecektir. (Paragraf 61)

Ortada verilerin saklanmasına ve süre sınırlarına ilişkin bir ulusal önlem bulunmaktadır. Bu ulusal önlem, her ne kadar üye devletlerin takdir yetkisi bulunmaktaysa da AB Hukuku tarafından belirlenen sınırlamaları aşmış gibi görünmektedir. Bu bağlamda ilgili önlemin haklı gösterilip gösterilemeyeceği değerlendirilmelidir.


Haklı gösterme bağlamında Orantılılık

Söz konusu olayın Direktif kapsamında kaldığını belirleyen ABAD’ ın sonraki aşamada, bu kapsamda alınan ulusal önlemlerin haklı gösterilip gösterilemeyeceğini ortaya koyması gerekmiştir. Bu aşama önemlidir. Nitekim meşru sebepler temelinde haklı gösterilecek orantılı bir ulusal önlem AB Hukuku ile uyumlu şekilde yorumlanacaktır. ABAD bu kararın yazımında, haklı gösterme kapsamında meşru sebeplere değil, orantılılık ilkesinin değerlendirilmesine ağırlık vermiştir.

Burada öncelikle orantılılık ilkesinin altını çizen ABAD, ABTHŞ açısından orantılılık ilkesinin, amaçlanan hedefin önemi ile temel hakların kullanımına getirilen kısıtlamanın ciddiyetinin dengelemesini içerdiğini vurgulamıştır. (Orantılılık ilkesiyle ilgili olarak bkz. İlke Göçmen) Söz konusu olayda saklanan kişisel veriler biyometrik ve genetik verileri içermektedir. Dolayısıyla böyle hassas verilerin işlenmesi, veri sahiplerinin hak ve özgürlüklerine yönelik önemli riskler oluşturması bağlamında ve amaçlanan hedefin önemi çerçevesinde dikkatlice değerlendirilmelidir. Bu bağlamda örneğin ciddi bir suçun veya kamu güvenliğine yönelik tehditlerin önlenmesi ile bağlantılı faktörler burada değerlendirilmelidir. ABAD, re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçla suçlanan herhangi bir kişinin biyometrik ve genetik verilerinin sistematik olarak toplanmasını öngören ulusal mevzuatın, kural olarak 2016/680 sayılı Direktifle düzenlenen mutlak gereklilik koşuluna uygun olmadığını belirtmiştir. Böyle bir mevzuat, genel bir şekilde ve ayrım gözetmeksizin, biyometrik ve genetik verilerin toplanmasına neden olabilir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ nin (AİHM) genel ulusal düzenlemelerde amaçla araç arasındaki ilişkiyi değerlendirdiği bir kararına da atıf yapılmıştır. (Paragraflar 62-64)

2016/680 sayılı Direktif bağlamında düzenlenen mutlak gereklilik ile birlikte hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan kişilerin biyometrik ve genetik verilerinin, bu kişilerin diğer suçlara karışma olasılığının doğrulanmasını mümkün kılmak ve bu suçların faillerini kovuşturmak ve mahkûm etmek amacıyla, ilgili kişinin ölümüne kadar saklanması mümkündür. Özellikle, söz konusu suçlar ciddi suçlar olduğunda, olaylardan yıllar sonra bile bu tür verilerin ceza soruşturmaları için önemi dikkate alınmalıdır. Ancak ABAD’ın daha önce de ifade ettiği üzere bu gibi durumlar oldukça dikkatle ve mutlak gereklilik şartlarına uygun şekilde değerlendirilmelidir. Bu bağlamda tüm suçlulara aynı şekilde uygulanan genel bir ulusal hüküm aşırı geniş bir uygulama alanına sahip olarak değerlendirilebilecektir. (Paragraflar 66-67)

Re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunan herhangi bir kişinin biyometrik ve genetik verilerinin saklanmasıyla ilgili olarak, veriler üzerine getirilebilecek zaman sınırı da oldukça önemlidir. Söz konusu saklama süresi, bu sürenin belirlenmesini gerektirebilecek ilgili koşullar dikkate alınarak, 2016/680 Sayılı Direktif anlamında 'uygun' olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda veri sahibinin ölümü de saklanan veriler açısından bir zaman sınırı olarak kabul edilebilir ancak bunu haklı gösterecek özel koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. 2016/680 sayılı Direktif ile toplanan verilerin silinmesine/gözden geçirilmesine ilişkin zaman sınırlamaları bakımından takdir hakkı üye devletlere bırakılmıştır. Ancak uygulanan zaman sınırlarının ‘uygun’ olarak kabul edilebilmesi, bu verilerin artık gerekli olmadıkları zaman silinebilmelerine olanak sağlamayı gerektirmektedir. Verilerin silinmesi işleminin öngörüldüğü tek koşulun, ilgili kişinin ölümü olması halinde böyle bir şartın karşılanmayacağı vurgulanmıştır. (Paragraflar 68-70)

Sonuç olarak, ulusal hukuk düzenlemelerinde veri sahibinin ölümüne yapılan atıf, saklanan verilerin silinmesi için bir "son tarih" oluştursa bile, bu tür bir zaman belirlenmesi yalnızca onu haklı kılan belirli bazı koşullar ışığında uygun olarak değerlendirilebilir. Ancak ulusal mevzuatın bu gibi bir düzenlemesinin, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olan herhangi bir kişiye genel ve farklılaştırılmamış bir şekilde uygulanabileceği durumlarda bu husus söz konusu olmayacaktır.

Bu tür verilerin silinmesi veya bunların saklanması ihtiyacının düzenli olarak kontrolü için son tarihler belirlenip belirlenmeyeceğine karar vermek üye devletlere bırakılmıştır. Bununla birlikte, bu tür düzenli doğrulamaya ilişkin son tarihlerin ‘uygun’ niteliği, bunların saklanmasına artık gerek kalmaması durumunda, söz konusu verilerin silinmesine yol açmasını gerektirir. Ancak, silme işleminin öngörüldüğü tek durumun ilgili kişinin ölümü olması durumunda böyle bir şartın karşılandığı kabul edilemeyecektir.


SONUÇ

Bulgaristan ulusal mahkemesi tarafından yapılan ön karar başvurusunda ABAD Büyük Dairesi, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan kişilerin verilerinin korunmasının zamansal sınırları hakkında bir karar vermiştir. Bu karar AB’de biyometrik ve genetik verilerin işlenmesi ve sistematik/genel bir biçimde toplanması hakkındaki Ministerstvo na vatreshnite raboti kararının bir devamı niteliğindedir. Bu bağlamda verileri toplanma ve işlemenin yanı sıra, kişisel verilerin saklanma süresinin değerlendirilmesi bakımından oldukça önemlidir. 

ABAD bu kararı ile re’sen kovuşturulan kasıtlı bir suçtan ötürü hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan tüm kişiler bakımından, bunların biyometrik ve genetik verilerinin, ilgili kişinin ölüm durumu haricinde kontrolsüz süresiz şekilde depolanamayacağı şeklinde bir yorumda bulunmuştur. Söz konusu depolama işlemi, önleme tespit, soruşturma, davaların kovuşturulması ve cezaların infazı gibi bazı sıkı koşullar altında haklı gösterilebilecektir. Ancak bunun için ulusal makamların, veri kontrol yetkilileri aracılığıyla, depolamanın devamının gerekli olup olmadığını değerlendirmek amacıyla verilerin düzenli olarak gözden geçirilmesini sağlaması gerekmektedir. Eğer gerekli bir durum görülmüyorsa ilgili verilerin silinmesi sağlanmalıdır.

Buradaki temel nokta, orantılılık ilkesi bağlamında gereklilik unsurunun karşılanmasıdır. Nitekim ABAD da ceza hukuku kapsamında ele alınan kişisel verilerin saklanması bakımından önüne gelen bu olayda gereklilik temelinden hareketle ilgili ulusal önlemin AB Hukukuna uygunsuzluğunu ele alarak kararını vermiştir. 

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hukuk da ilerlemektedir. Yeni kavramlar ortaya çıkmakta, kişisel veriler, bu verilerin depolanması, kullanılması ve silme hakkı gibi kavramlar ise gün geçtikçe daha sık ele alınmaktadır. Bu bakımdan zamanla, kişisel verilere ilişkin daha çok olayın ABAD önüne gelmesi muhtemel görünmektedir.

 

Bu yazıya atıf için: Merve Ağzıtemiz, "Avrupa Birliği Hukuku Kapsamında Silme/Unutulma Hakkına ilişkin Sürelerin Yorumlanması: Direktor na Glavna direktsia „Natsionalna politsia“ pri MVR – Sofia (C-118/22) Kararı", Yaşayan Avrupa Birliği  Hukuku Blogu, 20/02/2024, Link:<https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/02/avrupa-birligi-hukuku-kapsamnda.html>


Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.

Avrupa Spor Modeli: ABAD Avrupa Süper Ligi’ne (Koşullu) Yeşil Işık Yaktı

 


Emriye Özlem Şeker, Dr. Öğretim Üyesi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı

 

Fotoğraf: Eser Sahibi: Richard Humphrey / Wikimedia Commons

 

Giriş

Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD/Divan”) 21 Aralık 2023 tarihinde 21 Aralık 2023 tarihinde C-333/21 - European Superleague davasındaki kararını açıkladı. Divan bu kararla  Avrupa Süper Ligi’nin kurulmasına ilişkin “Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği” (“FIFA”) ve Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (“UEFA”) kural ve uygulamalarının AB hukukuna aykırı olduğuna hükmetti. ABAD kararına ilgili başvuruyu AB rekabet hukuku (ABİHA md. 101-102) ve serbest dolaşım hakları (ABİHA md. 56) bakımından inceleyerek ulaştı.

Karar Avrupa’da yeni bir uluslararası futbol müsabakası düzenlemeye ilişkin FIFA ve UEFA kurallarının AB hukukuna uygunluğu ve nasıl olması gerektiği sorularına cevap vermesi nedeniyle önemlidir. Türkiye’nin hem FIFA hem UEFA çatısı altında Avrupa’daki uluslararası futbol müsabakalarında yer alan kulüpleri bulunması nedeniyle karar ülkemiz açısından da ilginç değerlendirmeler içermektedir.

Bu blog yazısı, ilgili ABAD kararını uyuşmazlığın arka planı, kararda öne çıkan sorular ve kararın kısa değerlendirmesi başlıkları altında ele alacaktır.

 

Kararın Arka Planı

Avrupa Süper Ligi Şirketi (European Superleague Company – “ESLC”) İspanya’da kurulmuş ve özel hukuk kurallarına tabi bir şirkettir. İspanya, İtalya ve Birleşik Krallık’tan on iki futbol takımının insiyatifi ile kurulmuştur. Şirketin amacı “Avrupa Süper Ligi (“Süper Lig”)” adı altında yeni bir uluslararası profesyonel futbol müsabakası kurmaktır. Bu doğrultuda şu amaçlarla üç başka şirket  de kurulmuş veya kurulması planlanmıştır. Bunlar Süper Lig’in kurulması halinde şu konularda görevlendirilecektir:  mali, spor ve disiplin işlerine bakılması(i);  bu müsabakalara ilişkin medya haklarından faydalanılması (ii), müsabakalara ilişkin diğer ticari varlıklardan faydalanılması (iii) (para. 23).   

Kurulması amaçlanan Süper Lig  “daimi üye” (permanent members) olarak 12-15 futbol kulübü ve önceden belirlenmiş usule göre seçilecek ve sayısı heniz belirlenmemiş Süper Lig’e katılmaya hak kazanacak “nitelikli kulüp” (qualified clubs)’lerden oluşacaktır (para. 25). Proje, Süper Lig’e katılan veya katılmaya ehil futbol kulüpleri ile ESLC ve onun tarafından kurulmuş veya kurulacak üç şirket arasında bir dizi sözleşmenin sonuçlanmasını öngören bir hissedarlık ve yatırım anlaşmasına dayanmaktadır. Bu anlaşmalar Süper Lig'in kurulmasını ve bu amaç için gerekli fonların sağlanmasını FIFA veya UEFA'nın bu uluslararası müsabakayı tanıması ve onların benimsediği kurallara uygunluğunu doğrulaması veya ilgili idari veya yargısal makamlardan profesyonel futbol kulüplerine daimi üye statüsü olanların, bu ligde yer almasını sağlamak için yeterli hukuki korumayı elde etmek suretiyle, bunun onların üyeliklerini veya ulusal futbol federasyonlarına, profesyonel liglere veya bugüne kadar yer aldıkları uluslararası yarışmalara katılımlarını etkilemeden, Süper Lig'e katılmasını şart koşan bir erteleme koşuluna bağlıydı. Bu amaçla anlaşma da, diğerlerinin yanında, FIFA ve UEFA'nın Süper Lig projesinden haberdar edilmesini de düzenlenmektedir (para. 27).

FIFA ve UEFA 21 Ocak ve 18 Nisan 2021 tarihlerinde yaptığı açıklamalarda Süper Ligi’ni tanımayı reddettiklerini ve bu Lig’e katılacak profesyonel kulüplerin ve oyuncuların FIFA ve UEFA tarafından düzenlenen uluslararası müsabakalardan ihraç edileceğini belirterek tüm uluslararası futbol müsabakalarının FIFA ve kıta konfederasyonlarının tüzüklerinde belirtilen yetkili kuruluşlar tarafından düzenlenmesi veya yetkilendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır (para. 29-31).

ESLC ile FIFA-UEFA arasındaki uyuşmazlık Madrid Ticaret Mahkemesi (Juzgado de lo Mercantil de Madrid) önünde başlamıştır (para. 28). Ulusal mahkeme 19-20 Nisan 2021 tarihlerinde uyuşmazlığın kabul edilebilir olduğuna hükmetmiş ve FIFA ile UEFA'nın ve onların üye ulusal futbol federasyonlarının, yasal süreç boyunca Süper Lig'in hazırlıklarını ve kuruluşunu engellemeye veya zorlaştırmaya yönelik herhangi bir davranışı önlemek amacıyla bir dizi koruma tedbirine hükmetmiştir (para. 32).

Bu kapsamda İspanyol mahkemesi ABAD’a şu altı soruyu yöneltmiştir (para. 47):

1. ABİHA md. 102, düzenlenen hakim durumu kötüye kullanma yasağı FIFA ve UEFA tüzüklerinin ilgili hükümlerini (özellikle FIFA Tüzüğü'nün 22. ve 71 ila 73. maddeleri, UEFA Tüzüğü'nün 49 ve 51. maddeleri ve üye federasyonlar ile ulusal liglerin tüzüklerinde bulunan benzer maddeler dahil olmak üzere) kapsar şekilde yorumlanır mı?

2. ABİHA md. 101, FIFA ve UEFA'nın tüzüklerinde belirtilen kuruluşların ön iznin talep etmelerini yasakladığı şeklinde yorumlanır mı?

3. ABİHA md. 101 ve 102, FIFA, UEFA, üye federasyonlar ve/veya ulusal ligler tarafından, Süper Lig'e katılan kulüplere ve/veya oyuncularına yönelik yaptırım tehdidi oluşturan davranışları yasakladığı şeklinde yorumlanır mı?

4. FIFA Tüzüğü'nün 67 ve 68. maddelerinin, bu maddelerin UEFA ve onun üye ulusal federasyonlarını "kendi yetki alanlarına giren yarışmalardan kaynaklanan tüm hakların orijinal sahipleri" olarak tanımlamasını ABİHA md. 101 ve/veya 102'ye aykırı olarak yorumlanır mı?

5. FIFA ve UEFA, Avrupa'da uluslararası kulüp futbol yarışmalarını düzenleme ve onay verme yetkisini kendilerine veren kuruluşlar olarak, tüzüklerinin yukarıda bahsedilen hükümlerine dayanarak Süper Lig'in gelişimini yasaklamaya veya engellemeye kalkışırlarsa, bu durum ABİHA md. 101'deki rekabete aykırı davranışların istisnaları kapsamında yorumlanabilir mi?

6. Son olarak bir üye devletinin bir ekonomik işletmesinin Süper Lig gibi pan-Avrupa kulüp yarışması kurması için FIFA ve UEFA'nın önceden onayını talep etmesi durumunda, FIFA ve UEFA Tüzükleri'nde yer alan belirtilen tür bir hükmün, Kurucu Antlaşmalarda tanınan temel serbestilere aykırı bir kısıtlama oluşturur mu?

 

Ön belirlemeler

ABAD davanın esasına geçmeden önce dava konusu olaya ilişkin üç değerlendirme yapmıştır. Bunlardan ilki sporun ekonomik faaliyet de olması halinde AB hukuku kapsamında kalacağına ilişkin içtihadına atıf yapmıştır (para. 83). Bu yorumun tek ve amacıyla sınırlı istisnası ise sporun ekonomlk olmayan yönleri ile ilgili olarak alınan ve ekonomik amaçlar içermeyen kurallarıdır. (para. 84). Uyuşmazlık konusu işlemler ise ekonomik faaliyet olarak AB hukukunun rekabet ve serbest dolaşım kuralları kapsamında değerlendirilmiştir (para. 83-90).

İkinci olarak, ABAD FIFA ve UEFA’nın ilgili faaliyetlere ilişkin işlemlerinin spor müsabakaları ve oyuncuları konu alan işlemler olmamakla birlikte bu faaliyetler üzerinden doğrudan etkiye (direct impact) sahip olmaları sebebiyle yine AB hukuku kapsamında kalacağını belirtmiştir (para. 91).

Üçüncü olarak, spor müsabakaları ile bağlantılı çeşitli hakların kullanılması da bunları tamamlayan ve yakından bağlantılı ekonomik faaliyet olarak değerlendirilmiştir (para. 92-93).

Dolayısıyla FIFA ve UEFA kuralları ile ilgili olarak ABAD’a yöneltilen sorular AB serbest dolaşım hukuku ve rekabet hukuku kapsamında kabul edilmiştir (para. 94).

 

ABİHA md. 165 ile rekabet/serbest dolaşım kuralları arasındaki ilişki

ABAD’a yönetilen sorular kapsamındaki rekabet hukuku hükümleri AB’nin münhasır yetkisi (ABİHA md. 3/1(b)), serbest dolaşımlar ise İç Pazar ile bağlantılı olarak paylaşılan yetkileri (ABİHA md. 4/2(a)) kapsamındadır. Bunun anlamı ise AB’nin bu konularda hukuken bağlayıcı tasarruflar kabul edebilmesidir. Sporla bağlantılı bir diğer yetki kategorisi ise ABİHA md. 6(e) ve 165 maddelerinde düzenlenen destekleyici, koordine edici ve tamamlayıcı AB yetkisidir. AB bu yetki kategorisi kapsamındaki konularda politika belirleme ve hukuken bağlayıcı tasarruf kabul etme yetkisini haiz değildir; sadece ABİHA md. 165’te belirtilen spesifik hedeflere ulaşmak için tedbirler alabilir (para. 99). ABAD’ın değerlendirmesi uyarınca bu tedbirler sporla ilgili faaliyetleri AB birincil hukukunun kapsamı dışına çıkarmaz veya onlara özel bir muamele uygulanmasını gerektirmez (para. 101) Özellikle spor birlikleri tarafından alınan kuralların özel durumu ayrıca incelendiğinde (işçilerin), bunlar serbest dolaşım önünde engel oluşturuyor bulunabilmektedir (para. 105). Bu hallerde ilgili kural haklı gösterileblir, gerekli ve orantılı olması halinde hukuka uygun kabul eilmektedir (para. 106).

ABAD daha sonra ilgili FIFA ve UEFA kararlarını önce rekabet ardından serbest dolaşım kurallarına göre incelemeye geçmiştir.

 

Karar

Rekabet Hukuku ve Süper Lig

ABAD başvuruyu ilk olarak rekabet hukuku açısından ilk dört soru kapsamında ele amıştır. Soruları cevaplandırmadan önce rekabet hukuku ve dava konusu faaliyetlere ilişkin bazı genel tespitlerde bulunmuştur.

Rekabet kuralları bakımından ABAD’a sorulan sorular esas olarak üç kavram altında sınıflandırılmıştır. FIFA ve UEFA’nın ön izne ilişkin kuralları ABİHA md. 101 ve 102 altında nasıl yorumlanacaktır (i) (para. 108), bu kuralların uygulanma şekli ilgili maddelere göre nasıl yorumlanacaktır (ii) (para. 109), FIFA’nın bu müsabakalara ilişkin haklardan faydalanma kuralları ilgili maddelere göre nasıl yorumlanacaktır (iii) (para. 110).

FIFA ve UEFA spor alanının örgütlenmesi ve kontrolü için Birlik şeklinde kurulmuş olsa da ekonomik faaliyetlerde bulunması sebebiyle AB rekabet kurallarına göre “teşebbüs” olarak tanımlanmıştır (para. 113). FIFA ve UEFA hem kulüpler arası müsabakaların organizasyonu ve pazarlaması hem de bunlara ilişkin çeşitli haklardan faydalanmaları nedeniyle “iki kat ekonomik faaliyet” (two-fold economic activity) bulunan teşebbüsler olarak tanımlanmıştır (para. 115). Divan başvuru konusunun AB rekabet hukuku kuralları kapsamında olduğu belirlemesi yaptıktan sonra soruları cevaplamaya geçmiştir.

 

İlk Soru: Hakim durumun kötüye kullanılması var mı?

ABAD rekabet kuralları bakımından incelemesine ilk olarak FIFA ve UEFA’nın Avrupa veya dünya genelinde yeni müsabaka türü kuran üçüncü teşebbüslere ilişkin ön onay ve buna ek yaptırımlarına ilişkin kurallarının ve bunların uygulama şeklinin ABİHA md. 102 kapsamında hakim durumun kötüye kullanılması oluşturup oluşturmadığını inceleyerek başlamıştır. Bu kapsamda ilk olarak içtihat kararlarına da atıf yaparak hakim durumun kötüye kullanılması kavramını tanımlamıştır (para. 123-128). Bu kapsamda ABİHA md. 102’nin amacı hakim durumdaki teşebbüslerin bu durumu kullanarak rekabeti engelleme veya bozma davranışları ile kısıtlanan rekabetin; kamu yararına, tüketicilere ve bireysel teşebbüslere zarar vermesini önlemektir (para. 125). Bu maddenin amacı teşebbüslerin kendi çabalarıyla hakim duruma gelmesini önlemek veya daha az etkili teşebbüslerin pazarda kalmasını sağlamak değildir (para. 126). Hakim durumdaki teşebbüsler davranışlarının pazardaki gerçek, bozulmamış rekabet kurallarını olumsuz etkilememesi konusunda özel bir sorumluluk üstlenmektedir (para. 128).

ABAD daha sonra hangi işlemlerin hakim durumun kötüye kullanılması olarak tanımlanabileceği değerlendirmesine geçmiştir. Bu davranışın kural olarak teşebbüsler arasında niteliklerine dayanan bir rekabet (competition on the merits) dışında ve diğer teşebbüsleri dışlayarak rekabeti gerçek veya potansiyel olarak sınırlama etkisi olan yöntemlerin kullanılması veya rakiplerin hakim durumdaki pazar veya bağlantılı-komşu pazarlarda büyümesini zorlaştıran veya zorlaştırma potansiyeli olan davranışlar olduğu belirtilmiştir (para. 129). Bu davranışın ortaya konulması olaya ilişkin tüm veri ve koşulların incelenmesi ile yapılacaktır (para. 130). Rakiplerin pazara girişine erken aşamada engeller getirmek veya diğer engelleyici tedbirler koymak da bu davranışlar kapsamında kabul edilmektedir (para. 131). Üye devletler yasal veya idari yollarla bir pazarda belli teşebbüslere münhasır ve özel yetkiler verebilir, ancak bu yetkilerin yeni rakiplerin ilgili/bağlantılı/komşu pazarlara girişini engelleyecek şekilde hakim durumun kötüye kullanılmaması gerekmektedir (para. 132). Bu nedenle bu tür bir yetkinin devredilmesi kısıtlamalara, yükümlülüklere ve hakim durumun kötüye kullanılması açısından gözden geçirilmeye tabi olmalıdır (para. 134). Buradaki değerlendirme kriteri ise pazara erişim koşullarının şeffaf, net ve kesin maddi kriterler çerçevesinde belirlenmesi ve böylelikle ilgili yetkinin ayrımcı olmayan bir şekilde kullanılması ve etkili olarak incelenebilmesi gerekliliğidir (para. 135). Bu yetkiye ilişkin çerçeve şeffaf ve ayrımcı olmayan ayrıntılı usul kuralları içermeli ve örneğin ön onay başvurusuna ve bunun üzerine alıncak karara uygulanacak zaman sınırları gibi husuları düzenlemelidir (para. 136). Bu gereklilikler bir pazara giriş, o pazarı düzenleme, gözden geçirme ve yaptırım uygulama yetkilerini üye devletten almayıp, kendi işlemleri ile kendine tanıyan teşebbüsler için de geçerlidir (para. 137).

ABAD daha sonra bu gereklilikler futbol müsabakaları ve bunlara katılmaya verilen ön onaylar bakımından hakim durumun kötüye kullanılması oluşturup oluşturmadığını incelemeye geçmiştir. FIFA  ve UEFA’nın yeni futbol müsabakalarının organizasyonu ve takımlar ile oyuncuların buna katılımı konusunda hakim duruma, hatta tekele sahip olduğu belirtilmiştir (para. 139-140). Bu yetkilerinin kullanılmasında geçerli ABAD’ın belirttiği şekilde düzenlenmiş bir çerçeve olmadığı, bunların ABAD’ın ortaya koyduğu belli kriterler ışığında ulusal mahkeme tarafından değerlendirimesi gerektiği belirtilmiştir (para. 141, 151). Ön onay açısından geçerli bu kriterler ön izne ek yaptırımlar bakımından da uygulanacaktır (para. 148). FIFA ve UEFA’nın yeni lig oluşturmaya ilişkin ön onay ve bu konuda takımlara ve oyunculara yaptırım uygulama yetkisinin ve bunun kullanılmasının şeffaf, objektif, ayrımcı olmayan ve ortantılı bir çerçevede olmaması hakim durumun kötüye kullanılması olarak sınıflandırılmıştır (para. 152).

Yani ilk sorunun cevabı “Evet”tir. FIFA ve UEFA mevcut uyuşmazlık kapsamında hakim durumlarını kötüye kullanarak ABİHA md. 102’yi ihlal etmiştir.

 

İkinci Soru: Rekabeti önleme amacı var mı?

ABAD ikinci olarak FIFA ve UEFA’nın ön onay, yeni lige katılıma ve bunlara ilişkin yaptırım yetkilerinin yukarıda belirtilen maddi kriterlere ve ayrıntılı usul kurallarına tabi olmadan paralel çeşitli yetkiler kullanan spor birlikleri tarafından kullanması ABİHA md. 101 kapsamında rekabeti engelleme amacı taşır şekilde yorumlanabilir mi sorusunu cevaplamıştır.

ABAD bu kapsamdaki incelemesinde ilk olarak FIFA ve UEFA gibi birliklerin kararlarının ABİHA md. 101/1 kapsamında teşebbüs birlikleri sayıldığını belirtmiştir (para. 156). Bu kapsamda önemli olan ilgili teşebbüs kararının rekabete aykırı amacı veya etkisinin olmasıdır (para. 158). İlgili davranışın rekabete aykırı amaç taşıması halinde etkiye ayrıca bakmaya gerek yoktur (para. 159). ABAD tarafından kararda örnekleri sayılan ve dar yorumlanan rekabete aykırı amaç güden davranış türlerinden biri de teşebbüslerin rakiplerini pazarın dışına iten kartel dışındaki yatay anlaşmalarıdır (para. 161-164). Bu da ilgili anlaşmanın içeriğine (i), ekonomik ve hukuki bağlamına (ii) ve amacına (iii) bakarak değerlendirilecektir (para. 165-167).

ABAD daha sonra AB’de yeni bir futbol müsabakası türü oluşturmaya ön onay vermek, buna katılım ve bunlara ilişkin yaptırımlara ilişkin FIFA ve UEFA kurallarını bu değerlendirmeler ışığında ele almıştır. Divan, yine, bu yetkiler için şeffaf, objektif ve ayrımcılık yapmayan kriterler ve detaylı usul kuralları sağlayan bir çerçeve bulunmadığını belirtmiştir (para. 174). Mahkeme ayrıca, ilgili etkinliğin niteliği gereği birliklerin bu tür yetkilere sahip olmasının ilkesel olarak meşru olmasına karşın belirtilen kriter ve usul kurallarının yokluğunun bu meşruluğu ortadan kaldırdığını belirtmektedir (para. 175). Son olarak, bu yetkilerin FIFA ve UEFA’ya kendilerine rakip olacak teşebbüslerin pazara erişimini engelleme, kontrol etme ve koşullandırma yetkisi vermek suretiyle rekabet hukukunun amaçlarına uygun bir piyasa oluşmasını önleyecek potansiyelde bulunmuştur (para. 176). Bu nedenle de ilgili kurallar rekabete aykırı amaç güder olarak tanımlanmıştır (para. 178-179).

FIFA ve UEFA’nın kendilerinden ön onay almadan lige katılacak kulüp ve sporculara yaptırım uygulayacağına ilişkin resmi duyurusu da yukarıda açıklanan sebeplerle ABİHA md. 101/1 ve 102’ye aykırı bulunmuştur (para. 180-181).

Yani ikinci sorunun cevabı “Evet”tir. FIFA ve UEFA’nın mevzut uyuşmazlık kapsamındaki kural ve beyanları rekabeti engelleme amacını haizdir ve  ABİHA md. 101/1’i ihlal etmektedir.

 

Üçüncü soru: Bu rekabet hukuku ihlalleri haklı gösterilebilir mi?

ABAD üçüncü soru olarak ABİHA md. 101/1 ve 102 ihlali olarak yorumlanan FIFA ve UEFA kural ile davranışlarının haklı gösterilebilir olup olmadığını ele almıştır. Bu kapsamda spor faaliyetlerinin niteliği gereği kamu yararı güden, bu amaca ulaşmak için gerekli olan ve pazardaki rekabeti yok etme seviyesine varmayacak şekilde sınırlayan davranışların ABİHA md. 101/1’i haklı gösterebileceğine ilişkin içtihadına değinmiştir (para. 183). Divan bu içtihadın birlik veya haklı amaç ne olursa olsun ABİHA md. 102 ihlallerine uygulanmayacağını belirtmiştir (para. 185). Zira ABAD’a göre burada rekabeti kısıtlama, engelleme ve bozma etkisinin ötesine geçen ve bu amaçları taşıyacak şekilde yorumlanabilecek davranışlar ABİHA md. 101 ve 102’ye göre haklı gösterilememelidir (para. 186).

Ardından ABİHA md. 101/3’ye göre haklı göstermenin yukarıdan daha katı olan koşulları ele alınmıştır (para. 189). Bu bağlamda dört kümülatif koşulun sağlanması gerekmektedir. Bunlar: ilgili anlaşmanın, söz konusu ürünlerin veya hizmetlerin üretimini veya dağıtımını ya da teknik veya ekonomik ilerlemeyi teşvik etmek suretiyle etkinlik kazançları elde etmeye katkıda bulunarak etkinlik kazançları sağlaması olasılığının yeterli bir derecede kanıtlanması gerekliliği (i), aynı olasılık derecesinde, bu etkinlik kazançlarından kaynaklanan kârın adil bir kısmının kullanıcılara ayrıldığını gösterilmesi (ii), bu etkinlik kazançlarını elde etmek için zorunlu olmayan kısıtlamalar getirmemesi gerekliliği (iii),  katılan işletmelere, ilgili ürünlerin veya hizmetlerin önemli bir kısmı için etkin rekabeti ortadan kaldırma fırsatı vermemesi gerekliliğidir (iv) (para. 190).

ABİHA md. 102 ihlalini haklı gösterme koşulları ise şu şekilde tanımlanmıştır: davranışının gerçekten verimlilik kazançlarının elde edilmesine olanak tanıyabileceğini, bu kazançların varlığını ve boyutunu belirleyerek kanıtlamak gerekliliği (i), bu tür verimlilik kazançlarının, ilgili pazar(lar) üzerindeki rekabet ve tüketici refahı üzerindeki muhtemel zararlı etkileri dengelediğini gösterme gerekliliği (ii), bu davranışın, bu verimlilik kazançlarının elde edilmesi için gerekli olduğunu kanıtlamak gerekliliği (iii) mevcut veya potansiyel rekabetin tümünü veya çoğunu ortadan kaldırarak  etkin rekabeti ortadan kaldırmaması gerekmektedir (iv) (para. 204).

Her iki madde bakımından da haklı gösterme koşullarının kümülatif olarak sağlandığını gösterme yükümlüğü davalıdadır (para. 191, 205). Somut olaya bu koşulların sağlanıp sağlanmadığını ulusal mahkemeler değerlendirecektir (para. 206).

Yani üçüncü sorunun cevabı, hangi kriterleri nasıl değerlendireceğini göstermek suretiyle, ulusal mahkemelere bırakılmıştır.

 

Dördüncü soru: Müsabakalara ilişkin diğer ekonomik haklardan faydalanma kuralları AB rekabet hukukuna uygun mudur?

ABAD dördüncü soru olarak FIFA ve UEFA’nın hem kendileri hem de üçüncü taraflarca AB topraklarında düzenlenen futbol müsabakalarından kaynaklanan tüm ekonomik haklardan asli malik olarak faydalanmasına ilişkin iç kurallarının ABİHA md.  101/1 ve 102’ye uygunluğunu ele almıştır. Bu kapsamda ilgili birlik kurallarının, önceki sorulardaki yatay etki aksine, dikey olarak pazardaki rekabet üzerinde birliklere tekel etkisi tanıdığı belirtilmiştir (para. 227). Zira bu kararlar ile FIFA ve UEFA müsabakalara bağlı hakların kullanılması konusundaki taleplere karşılık arzı sunan tek otorite haline gelmektedir. Bu yetkilerin muğlak kaleme alınışı ve bağlı pazarlardaki rekabete etkisi nedeniyle ABİHA md. 101/1 anlamında rekabete aykırı “amaç” taşıdığı ve md. 102 anlamında hakim durumun kötüye kullanılması olarak tanımlanabileceği ara sonucuna varılmıştır (para. 230).

Divan daha sonra bu durumun yine kararın 190 ve 204. paragraflarında belirtilen kriterlere göre haklı gösterilip gösterilemeyeceğini değerlendirmiştir. ABAD bu kapsamda ilgili spor faaliyetlerinin niteliği, teşebbüslerin müsabakalara ilişkin bu hakları sadece FIFA ve UEFA ile pazarlık ederek elde etmesinin meydana getireceği etkililik kazançları ve bu faaliyetlerle bağlantılı diğer alanlarda meydana gelecek dayanışma sonucu olarak gelirin yeniden dağıtılması (solidarity redistribution) etkilerinin ayrıntılı olarak ulusal mahkemece değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (para. 231-240).

ABAD bakılacak bu kriterleri belirttikten sonra, FIFA ve UEFA’nın kendi düzenledikleri müsabakalara ilişkin diğer ekonomik haklardan faydalanmasının ABİHA md. 101 ve 102’ye uygun olacağı; fakat bu kuralların üçüncü taraflarca düzenlenen müsabakalara genişletilmesinin bu maddelere göre haklı gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir (para. 241).

Yani dördüncü sorunun cevabı FIFA ve UEFA’nın kendilerinin düzenlediği müsabakalar bakımından “Hayır” (AB rekabet hukuku kurallarını ihlal etmez)’dır. Üçüncü taraflarca düzenlenen müsabakalar bakımından ise cevap, haklı gösterilmediyse, “Evet” (AB rekabet hukuku kurallarını ihlal eder) olarak verilmiş ve top ulusal mahkemelere atılmıştır.

 

Serbest Dolaşım ve Süper Lig

Beşinci Soru: AB serbest dolaşım kuralları ihlal edilmekte midir?

ABAD son olarak ilgili FIFA ve UEFA kurallarının AB serbest dolaşım kuralları karşısındaki durumuna ilişkin soruyu cevaplamıştır. Divan ilk olarak başvuru konusunun ağırlıklı unsurunun hangi serbest dolaşımı ilgilendirdiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda konunun AB toprakları içinde uluslararası futbol müsakaları düzenlemek, pazarlamak ve bunlara katılmak olması nedeniyle ağırlıklı olarak hizmet sunma serbestisi (ABİHA md. 56) içinde kaldığını belirtmiştir (para. 243-245).

İkinci olarak hizmet sunma serbestisinin kısıtlanıp kısıtlanmadığını ele almıştır. Bu kapsamda da FIFA ve UEFA’nın kural ve uygulamalarının mevcut haliyle ilgili hizmetlerin sunulmasını kısıtladığı hatta kesin olarak engellediği, dolayısıyla ABİHA md. 56’yı ihlal ettiğini belirtmiştir (para. 247-250).

Son olarak bu kısıtlamanın haklı gösterilebilirliği değerlendirilmiştir. Bu bağlamda kural kısıtlamanın meşru bir kamu menfaatini koruma amacı taşıması ve orantılı olmasıdır (para. 251). Spor faaliyetleri bakımından açıklık, liyakat ve dayanışma gibi kamu çıkarları söz konusu olabilmekle beraber somut olaydaki ön onay koşulları bu amaçları taşır bulunmamıştır. Zira ilgili kurallar bu amaçları şeffaf, objektif, belirgin ve ayrımcılık yapmayan bir şekilde ayrıntılı olarak düzenleyen maddi ve usuli kurallar içermemektedir (para. 253-254). Bu da birliklerin ön onay konusundaki takdir yetkilerini kullanırken keyfi davranabilmelerine imkan  sağlamaktadır (para. 255). Bu nedenle de ilgili tedbirler haklı bir kamu menfaati amacı taşır bulunmamış, haklı gösterilememiştir (para. 257).

Yani beşinci sorunun cevabı “Evet”tir. FIFA ve UEFA mevcut uyuşmazlık kapsamındaki kural ve beyanları hizmetlerin serbest dolaşımına ilişkin AB hukuku kurallarını ihlal etmektedir.

 

Değerlendirme

Öncelikle Divan’ın kararı davaya ilişkin Hukuk Sözcüsü’nün ilgili uygulamanın öncelikli olarak ABİHA md. 165’e dayanarak “Avrupa spor modeli”ne karşı bir meydan okuma olarak değerlendiren görüşünden temel olarak farklı bir yorum getirdiği görülmektedir.

Karar, Avrupa spor modeline ilişkin ABAD’ın bakış açısına ilişkin fikir vermesi açısından önemlidir. Buna karşın karar sadece Süperlig gibi bir projeye ilişkin UEFA ve FIFA kurallarını değerlendirmiştir. Süperlig’in AB hukukuna uygunluğu ise ABAD’ın ön karar başvurusunda kendisine yöneltilen sorularla sınırlı değerlendirme yapması nedeniye ayrıca incelenmemiştir.

Karardan yapılabilen bir diğer önemli çıkarım ise düzenleyici yetkilerin AB hukukuna uygun bulunmasının ön koşulu olarak şeffaflık ve ayrımcı olmama gibi iyi yönetişim standartlarına uygunluğun gittikçe daha fazla öne çıkmasıdır. Bunlara uyum özellikle paralel ekonomik aktiviteler düzenleyecek rakiplere ön onay verme yetkisini elinde bulunduran devlet tarafından yetkilendirilmemiş özel teşebbüsler bakımından daha da önem kazanmaktadır. Zira FIFA ve UEFA gibi bu birlikler rakiplerinin kendi pazarlarına girmesini engellerek piyasadaki teşebbüsler arasındaki fırsat eşitliğini kendi lehlerine bozabilirler.

Karar ayrıca FIFA ve UEFA’nın AB’de uluslararası futbol müsabakaları düzenleme ve pazarlama konusundaki geniş yetkilerini sınırlaması sebebiyle önemlidir. Karar, hangi tür uluslararası müsabakaların FIFA/UEFA’nın ön onay yetkileri kapsamında kaldığı, hangilerinin bu birliklere sormadan yapılabilabileceği konusunda çıkarımlar yapmaya imkan sağlamaktadır.

Dolayısıyla bu karar hem AB topraklarına yeni bir uluslararası futbol müsabakasının düzenlenebilmesinin yolunu koşullu olarak açması hem de ilgili FIFA/UEFA kurallarının AB hukuku ışında güncellenmesi ihtiyacını beraberinde getirmesi sebebiyle önemli bulunmuştur.

 

Bu yazıya atıf için: Emriye Özlem Şeker, “Avrupa Spor Modeli: ABAD Avrupa Süper Ligi’ne (Koşullu) Yeşil Işık Yaktı”, Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 20/02/2024, Link https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/02/avrupa-spor-modeli-abad-avrupa-super.html 


Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.

Avrupa Birliği Hukuku Karşısında Futboldaki İçeride Yetişen Oyuncu (Home-Grown Players) Kuralı: Adalet Divanının Royal Antwerp Football Club (C-680/21) Kararı


Fotoğraf Bilgileri: Eser Sahibi: NielsF / Wikimedia Commons


İlke Göçmen, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı / Jean Monnet Chair (2019-2022) / The Alexander von Humboldt Foundation – Georg Forster Research Fellow for Sustainable Development (2023-2024)

Giriş

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), Avrupa Birliği (AB) üyesi bir devlet (Belçika) mahkemesi tarafından ön karar prosedürü ile önüne taşınan Royal Antwerp Football Club (C-680/21) davasında, 21 Aralık 2023 tarihinde, kararını açıklamıştır. Burada, Belçika Futbol Federasyonu ile Avrupa Futbol Federasyonları Birliği’nin (UEFA’nın) içeride yetişen oyuncu (home-grown players / “HGP”) kuralı ile AB rekabet hukuku (özelde teşebbüs birliklerinin kararları) ve iç pazar hukuku (özelde işçilerin serbest dolaşımı) arasındaki ilişki tartışma konusu olmuştur (ayrıca bkz). Royal Antwerp Football Club kararı, AB hukuku ile spor alanı arasındaki ilişkinin ele alındığı bir dizi kararı (örneğin 1995 karar tarihli Bosman kararını veya 2010 karar tarihli Olympique Lyonnais kararını) takip eden bir karar olmuştur.

Ayrıca, ABAD aynı gün AB hukuku ile spor arasındaki ilişkiye dair iki karar daha açıklamıştır (Bu üç kararla ilgili blog postlar için bkz. (1) ve (2) ve bir webinar için bkz. (3)). Bunlardan ilki, Uluslararası Paten Birliği ile ilgili International Skating Union (C- 124/21 P) kararıdır. ABAD’ın karar ile ilgili basın açıklamasına göre: “Uluslararası Paten Birliğinin paten yarışmaları ile ilgili ön izin kuralları AB hukukunu ihlal etmektedir[;] Bunlar, özellikle atletlerin, tüketicilerin ve izleyicilerin zararına rekabeti kısıtlama amacını taşımaktadır”. Bunlardan ikincisi, Avrupa Süper Ligi ile ilgili European Superleague Company (C-333/21) kararıdır. ABAD’ın karar ile ilgili basın açıklamasına göre: “FIFA’nın ve UEFA’nın, Süper Lig gibi, kulüpler arası futbol karşılaşmalarının ön onayına ilişkin kuralları AB hukukuna [rekabet hukukuna ve hizmetlerin serbest dolaşımına] aykırılık taşımaktadır”; ancak bu Süper Lig projesi gibi bir projenin mutlaka onaylanacağı anlamına da gelmez (Bu kararla ilgili olarak Özlem Şeker tarafından AB Hukuku blogunda ayrı bir yazı kaleme alınmıştır). Royal Antwerp Football Club kararı, bu arka planda, Bosman ve Olympique Lyonnais kararlarının yanı sıra International Skating Union ve European Superleague Company kararlarının oluşturduğu bir bütünün parçası olarak değerlendirilmelidir.

Royal Antwerp Football Club kararının önemi ile ilgili olarak da şu tespitlerde bulunulabilir. Birincisi, Adalet Divanı davayı Büyük Daire olarak görmüştür. Örneğin 2018-2022 yılları arasında Adalet Divanı, yaklaşık olarak her on davadan yalnızca birini Büyük Daire olarak görülmektedir. İkincisi; Belçika, Yunanistan, Polonya, Portekiz, Romanya, İsveç ve Avrupa Komisyonu davaya gözlemlerini sunmuştur. Üçüncüsü, Hukuk Sözcüsü (HS) Szpunar, 9 Mart 2023 tarihinde tarihinde Gerekçeli Görüşünü vermiştir (bu görüş tarafımızca incelenmişti). Adalet Divanı, dava konusu olayın hiçbir yeni hukuksal sorun ortaya çıkarmadığı görüşündeyse davanın Hukuk Sözcüsünün görüşü olmaksızın yürütülmesine karar verebilmektedir (ABAD Statüsü md. 20). O halde, Adalet Divanı, bu davada Hukuk Sözcüsünün görüşü alındığına göre, dava konusu olayın yeni hukuksal sorun ortaya çıkardığı kanaatini taşımaktadır. Dördüncüsü, bu karar, “medya ilgisini çeken veya vatandaşların yaşamında etki doğuran konular hakkında” kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlayan basın açıklamaları arasında kendisine yer bulmuştur.

Bu blog postta önce Royal Antwerp Football Club davasının vakaları ortaya konacak, sonra ABAD’ın kararı incelenecektir.

1. Vakalar

Royal Antwerp Football Club davasındaki itiraz konusu kurallar şöyle belirtilebilir (HS Görüşü paragraf 7-10 ve 38-40). UEFA’nın kurallarına göre, 2008/2009 sezonundan bu yana, kendi müsabakalarından birinde kayıtlı olan kulüpler maksimum 25 oyunculuk bir listede minimum 8 içeride yetişen oyuncuya (HGP) yer vermelidir ve bunlardan en az 4’ü o kulüp tarafından yetiştirilmiş olmalıdır. UEFA’nın tanımına göre içeride yetişen oyuncu (HGP), vatandaşlığına bakılmaksızın, 15 ile 21 yaşları arasında en az üç sene boyunca kendi kulüpleri veya aynı ulusal futbol federasyonundaki başka bir kulüp tarafından yetiştirilmiş oyuncudur. Belçika Futbol Federasyonu’nun kurallarına göre 1A ve 1B liglerindeki futbol kulüpleri, maksimum 25 oyunculuk bir listede minimum 8 Belçika kulüpleri tarafından yetiştirilmiş (yani yirmi üçüncü doğum gününden önce en az üç sezonu bir Belçika kulübünde geçirmiş) oyuncuya yer vermelidir ve bunlardan en az 3’ü yirmi birinci doğum gününden önce en az üç sezonu bir Belçika kulübünde geçirmiş olmalıdır. Dahası, maç listeleri, bu 25 oyunculuk listeye dayanmalıdır ve minimum 6 Belçika kulüpleri tarafından yetiştirilmiş oyuncuya, bunlardan en az ikisi yirmi birinci doğum gününden önce en az üç sezonu bir Belçika kulübünde geçirmiş olmak kaydıyla, yer vermelidir. Gerek UEFA gerek Belçika Futbol Federasyonu kuralları çerçevesinde ilgili türdeki bir oyuncunun yerine, söz konusu listeler bakımından, bu koşulları taşımayan bir başka oyuncu koyulamamaktadır.

Royal Antwerp Football Club davasının vakaları şöyle toparlanabilir (HS Görüşü paragraf 1-21). UL, 1986 doğumlu olup hem Belçika hem de bir üçüncü ülke vatandaşlığı olan bir futbolcudur. UL, bir dönem Belçika’da yerleşik futbol kulübü olan Royal Antwerp için oynadıktan sonra artık Belçika’da yerleşik bir başka futbol kulübü için oynamaktadır. UL, 13 Şubat 2020 tarihinde Belçika Spor için Tahkim Mahkemesi (Cour belge d’arbitrage pour le sport) önünde bir dava açarak, diğerlerinin yanı sıra, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonu’nun içeride yetişen oyuncu (HGP) ile ilgili kurallarının Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın (ABİHA’nın) 45. maddesini, yani AB iç pazarı altında işçilerin serbest dolaşımını ihlal ettiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Royal Antwerp bu davaya müdahil olarak katılmıştır. Belçika Spor için Tahkim Mahkemesi, 10 Temmuz 2020 tarihinde UEFA kuralları yönünden kabul edilemezlik ve Belçika Futbol Federasyonu kuralları yönünden kabul edilebilirlik ancak esastan ret kararı (işçilerin serbest dolaşımının ihlal edilmediği kararı) vermiştir.

Bunun üzerine UL, Royal Antwerp ile birlikte, 1 Eylül 2020 tarihinde Brüksel İlk Derece Mahkemesi (Tribunal de première instance francophone de Bruxelles) önünde bir dava açarak, Belçika Yargısal Kodu’nun 1717. maddesi anlamında kamu düzenine aykırılık taşıdığı gerekçesiyle tahkim kararının iptalini talep etmiştir. İddialarına göre, bu kural, Royal Antwerp gibi bir futbol kulübünün yerel veya ulusal kök gerekliliğini karşılamayan oyuncuları işe alması ve maçta oynatması ihtimalini kısıtlamakta, dolayısıyla UL gibi bu tür kök gerekliliğine dayanamayan oyuncuların işe alınması ve maçta oynatılması ihtimalini de kısıtlamaktadır. UEFA bu davaya müdahil olarak katılmıştır. Brüksel İlk Derece Mahkemesi (ulusal mahkeme), bu arka planda, olası bir AB hukuku ihlalinin Belçika Yargısal Kodu’nun 1717. maddesi anlamında kamu düzenine aykırılık oluşturabileceğini not düşerek, ön karar prosedürü aracılığıyla ABİHA’nın 101. ve 45. maddesinin, yani rekabet hukuku yönünden teşebbüsler arası anlaşmalar, teşebbüs birliklerinin kararları ve uyumlu eylemler ile ilgili yasağın ve iç pazar yönünden işçilerin serbest dolaşımı ile ilgili kuralın yorumunu talep etmiştir.

2. Royal Antwerp Football Club Kararı

ABAD, ön karar prosedürünün kabul edilebilir olduğunu tespit ettikten sonra (2.1.) esastan denetime geçmiştir (2.2.).

2.1. Kabul Edilebilirlik

ABAD, ilk olarak, ön karar prosedürünün kabul edilebilir olduğunu tespit etmiştir. UEFA, Belçika Futbol Federasyonu, Romanya ve Komisyon; (i) ön karar başvurusu yapmakla ilgili prosedürel koşullar, (ii) ön karar başvurusunun içeriği, (iii) uyuşmazlığın vakaları karşısında Divana yöneltilen soruların alakalılığı ve (iv) somut uyuşmazlığın sınır aşırı boyutu ile ilgili iddialarla ön karar prosedürünün kabul edilebilir olmadığını ileri sürmüştür (paragraf 26-27). Bu yönden, kanaatimce, ön karar prosedürünün kabul edilebilir olmadığına ilişkin iddiaların çeşitliliği, haklılık payları olup olmadığı bir yana, ilgili tarafların, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının AB hukuku ışığında ele alınmasını ne denli istemediğine yönelik bir gösterge olarak değerlendirilebilir. Öte taraftan, ABAD, daha önceki kararlarına da atıfta bulunmak suretiyle, her bir iddiayı tek tek geri çevirerek ön karar başvurusunun tümüyle kabul edilebilir olduğu sonucuna varmıştır (paragraf 28-45).

2.2. Esastan Denetim

ABAD, ikinci olarak, esastan denetime geçerek somut uyuşmazlığın niteliği ile ilgili birtakım ön gözlemleri takiben (2.2.1.), UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının ABİHA md. 101 ile uyumlu olup olmadığı (2.2.2.) ve bu kuralın ABİHA md. 45 ile uyumlu olup olmadığı (2.2.3.) üstünde durmuştur.

2.2.1. Ön Gözlemler

ABAD, esasen, AB hukukunun spora uygulanabilirliği ve ABİHA md. 165 ile ilgili ön gözlemlerde bulunmuştur.

Birincisi, yerleşik içtihat hukuku uyarınca spor “ekonomik etkinlik oluşturduğu müddetçe” AB hukukuna tabidir (paragraf 53). Bu yönden, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralı, sporun ekonomik etkinlik boyutuna temas ettiği için AB rekabet hukuku (ABİHA md. 101) ve iç pazar hukuku (ABİHA md. 45) ışığında ele alınabilecektir (paragraf 52-62).

İkincisi, ABAD, ABİHA md. 165 ile ilgili pek çok farklı görüş ileri sürülmüş olduğu için (paragraf 63), konuya açıklık getirmek istemiştir. ABAD’a göre ABİHA md. 165, (i) ABİHA md. 6(e) ile birlikte ele alındığında, diğer alanların yanı sıra spor alanında –bir “politika” değil bir “eylem” gütmek üzere– AB’ye destekleyici bir yetki vermektedir (paragraf 67), (ii) “genel uygulama alanı olan başkalarıyla kesişen bir hüküm” olarak tasarlanmamıştır (paragraf 68) ve (iii) “AB birincil hukukunun diğer hükümlerinden tümü veya bazıları karşısında spora muafiyet getiren veya bu hükümlerin uygulanması bağlamında spora özel muamele gerektiren özel bir kural olarak nitelendirilemez” (paragraf 69). Belirtmek gerekir ki, kanaatimce, ABAD’ın ABİHA md. 165 ile ilgili bu tespitleri, hem spor alanı hem de sporla kıyaslanabilecek diğer alanlar yönünden, ileriye dönük emsal karar niteliği taşımaya açıkça adaydır. Öte yandan, ABAD’a göre, spor etkinliğinin “kayda değer sosyal ve eğitimsel önem taşıdığı” gerçeği ABİHA md. 101 ve 45 bağlamında ayrıca dikkate alınabilecektir (paragraf 70-74).

ABAD, bu ön gözlemleri takiben UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının ABİHA md. 101 ile uyumlu olup olmadığı üstünde durmuştur.

2.2.2. ABİHA md. 101: Rekabet Hukuku Yönünden Teşebbüsler Arası Anlaşmalar, Teşebbüs Birliklerinin Kararları ve Uyumlu Eylemler ile ilgili Yasak

ABAD, ABİHA md. 101’in yorumuna geçmeden evvel, ABİHA md. 101’in futbol kulübü olarak ekonomik etkinlikte bulunan “teşebbüsler” ile üyelik veya bağlılık ilişkileri olduğundan hem UEFA hem de Belçika Futbol Federasyonu karşısında uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (paragraf 79). ABİHA md. 101(1) uyarınca “üye devletler arasındaki ticareti etkileyebilecek nitelikte olan ve amacı veya etkisi iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması olan [...] tüm teşebbüsler arası anlaşmalar, teşebbüs birliklerinin kararları ve uyumlu eylemler iç pazarla bağdaşmaz ve yasaktır” (paragraf 80). ABAD, maddeyi ortaya koyduktan sonra alt unsurlarına ayırarak kararına devam etmiştir.

İlk olarak, bir teşebbüs birliğinin kararının varlığı üstünde durulmuştur. UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralları, “doğrudan veya dolaylı olarak üyesi olan teşebbüslerin ekonomik etkinlikte bulunma koşullarına doğrudan etki ettiğinden” “teşebbüs birliklerinin kararı” sayılmalıdır (paragraf 81-82).

İkinci olarak, üye devletler arasındaki ticaretin etkilenmesi üstünde durulmuştur. UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralları, coğrafi kapsamları dikkate alınırsa, üye devletler arası ticaret doğrudan ya da dolaylı, fiilen ya da potansiyel olarak ve kayda değer ölçüde etkiliyor gözükmektedir (paragraf 83-84). 

Üçüncü olarak, amacı veya etkisi iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması olan tutum kavramı üstünde durulmuştur. ABAD, terditli bir incelemede bulunarak, önce “amaç” sonra “etki” unsuru üstünde durmuştur. Birincisi, “amaç” unsuru yönünden, bir teşebbüsler arası anlaşma, teşebbüs birliğinin kararı veya uyumlu eylem “doğası gereği rekabete yeterli derecede zarar veriyorsa” onun amacının iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması olduğu değerlendirilebilir (paragraf 92). Bunun için ilgili anlaşmanın, kararın veya eylemin (i) içeriği, (ii) parçası olduğu ekonomik ve hukuki bağlam ve (iii) hedefleri incelenmelidir (paragraf 92-98). İkincisi, “etki” unsuru yönünden, bir teşebbüsler arası anlaşma, teşebbüs birliğinin kararı veya uyumlu eylem “kayda değer biçimde ve fiilen ya da potansiyel olarak rekabeti engelliyor, kısıtlıyor veya bozuyorsa” rekabete aykırılık oluşur (paragraf 99).

ABAD, ayrıca, ABİHA md. 101(1)’in uygulanmayabileceği iki hal üstünde de durmuştur. Bu yönden, bir teşebbüsler arası anlaşma, teşebbüs birliğinin kararı veya uyumlu eylem iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması amacını taşımaktaysa yalnızca ABİHA md. 101(3) aracılığıyla md. 101(1)’den muaf tutulabilir (paragraf 116). Öte yandan, bir teşebbüsler arası anlaşma, teşebbüs birliğinin kararı veya uyumlu eylem iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması etkisini taşımaktaysa hem ABİHA md. 101(3) aracılığıyla hem de ilgili içtihat hukuku çerçevesinde md. 101(1)’den muaf tutulabilir (paragraf 117 ve 118).

ABİHA md. 101(3) uyarınca bir teşebbüsler arası anlaşma, teşebbüs birliğinin kararı veya uyumlu eylem, şu dört kümülatif koşulu taşımalıdır: (i) malların üretimi veya dağıtımının iyileştirilmesine veya teknik ya da ekonomik gelişmenin artırılmasına katkıda bulunmalıdır, (ii) tüketicilere ortaya çıkan faydadan adil bir pay ayırmalıdır, (iii) ilgili teşebbüslere bu amaçlara ulaşmak bakımından zaruri olmayan kısıtlamalar getirmemelidir, (iv) ilgili teşebbüslere söz konusu malların önemli bir bölümü için rekabeti ortadan kaldırma imkânı vermemelidir (paragraf 119).

İlgili içtihat hukuku uyarınca ise bir teşebbüsler arası anlaşma veya teşebbüs birliğinin kararı, (i) doğası gereği kendiliğinden rekabete aykırı olmayan kamu yararına ilişkin meşru hedefler gütmekteyse, (ii) bu hedefe varmak için gerçekten gerekliyse ve (iii) rekabetin kısıtlanması veya bozulması yönünde içkin bir etki taşıyorsa bile bu içkin etki gerekli olanın ötesine geçmemekteyse ABİHA md. 101(1)’den etkilenmeyebilir (paragraf 113). Bu noktada, kanaatimce, ABAD, iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması etkisine sahip olan teşebbüsler arası anlaşmalar, teşebbüs birliklerinin kararları ve uyumlu eylemler yönünden bir tür “makul olma” (“rule of reason”) kuralını artık yerleşik hale getirmiştir, denilebilir. Şöyle ki, ABAD, Royal Antwerp Football Club kararının 113. paragrafındaki tespitleri desteklemek üzere “bu etki ile ilgili olarak bkz” şeklinde en eskisi 2002, en yenisi 2013 tarihli kararlara atıf verirken örneğin 25 Ocak 2024 karar tarihli Em akaunt BG kararının 30. paragrafında aynı tespitlere bu kez “yerleşik içtihat hukuku uyarınca” şeklinde atıf vermeye başlamıştır.

ABAD, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kurallarının iç pazardaki rekabetin engellenmesi, kısıtlanması veya bozulması amacına veya etkisine sahip bulunup bulunmadığı ile ilgili olarak ise, belirli bir ölçüde rehberlik sunmakla birlikte, asıl kararı vermeyi neredeyse tamamen ulusal mahkemeye bırakmıştır (paragraf 135). Not düşelim ki, HS Szpunar Gerekçeli Görüşünde konunun bu boyutuna hiç değinmemiştir (bkz. paragraf 24).

ABAD, ABİHA md. 101 ile ilgili bu tespitleri takiben UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının ABİHA md. 45 ile uyumlu olup olmadığı üstünde durmuştur.

2.2.3. ABİHA md. 45: İç Pazar Yönünden İşçilerin Serbest Dolaşımı

ABAD, ABİHA md. 45 ile ilgili olarak ise, ihtilaflı önlemlerin, yani UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının işçilerin serbest dolaşımı yönünden engel oluşturmakta olup olmadığı ve bu önlemlerin haklı gösterilebilir nitelik taşıyıp taşımadığı üstünde durmuştur. 

İlk olarak, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralı, “bir başka üye devletten gelen oyuncuların zararına dolaylı ayrımcılığa yol açmaya elverişli” olduğu için ilk bakışta işçilerin serbest dolaşımını ihlal ediyor gözükmektedir (paragraf 139-140).

İkinci olarak, ihtilaflı önlemler, belirli bir meşru sebep temelinde orantılılık ilkesi ile uyumlu ise haklı gösterilebilecektir (paragraf 141). Bu bakımdan, “genç profesyonel futbol oyuncularının eğitimini ve işe alımını teşvik etmek” meşru sebep oluşturur (paragraf 144). ABAD, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının orantılılık ilkesi ile uyumlu olup olmadığı ile ilgili olarak ise, belirli bir ölçüde rehberlik sunmakla birlikte, asıl kararı vermeyi neredeyse tamamen ulusal mahkemeye bırakmıştır (paragraf 150). Not düşelim ki, HS Szpunar Gerekçeli Görüşünde bu konuda daha net bir tutum takınmıştır. Ona göre ABİHA’nın 45. maddesi, yani işçilerin serbest dolaşımı hükmü, gerek UEFA gerek Belçika Futbol Federasyonu tarafından benimsenen içeride yetişen oyuncu (HGP) ile ilgili kuralların, bu tür oyuncuların ilgili ulusal futbol federasyonundaki başka bir kulüpte de yetişebileceğini öngördüğü ölçüde, önüne geçer şeklinde yorumlanmalıdır (paragraf 83). 

ABAD ise, HS’den farklı olarak, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralını ABİHA md. 101 ve 45 ışığında netleştirmekten kaçınmayı tercih etmiş veya hakimler arasında bu konuda bir uzlaşı sağlanamamış gözükmektedir. Bu yönden, ABAD’ın bu tutumunu açıkça ortaya koyduğu için kararın 149. paragrafı tam olarak alıntılanmayı hak etmektedir: “Bu kararın önceki paragraflarında yer alan tüm unsurlar ve uygun olduğunda başvurucu mahkemenin bu karar ışığında alakalı gördüğü diğer unsurlar, başvurucu mahkeme tarafından, somut uyuşmazlıktaki taraflarca sunulan veya sunulacak olan argümanlar ve deliller dikkate alınarak, derinlemesine ve kapsamlı bir şekilde değerlendirilmelidir”.

Sonuç

Royal Antwerp Football Club kararı, Giriş’te de belirtildiği üzere, AB rekabet ve iç pazar hukuku ile genel olarak spor, özel olarak futbol arasındaki ilişkinin ele alındığı bir dizi karara (örneğin 1995 karar tarihli Bosman kararına veya 2010 karar tarihli Olympique Lyonnais kararına ve kendisiyle aynı gün verilen International Skating Union (C- 124/21 P) kararı ile European Superleague Company (C-333/21) kararına) eklenmiştir. Bununla birlikte, bu kararın AB rekabet ve iç pazar hukuku ile genel olarak spor, özel olarak futbol arasındaki ilişkiye ışık tutma derecesi düşük gözükmektedir.

Pek tabii ki, ABİHA md. 267 gereği, ABAD, ön karar prosedürü çerçevesinde AB hukukunu yorumlar ve ulusal mahkeme, önündeki davaya AB hukukunu uygulamaya karar verirse bu yorum ile bağlı olarak AB hukukunu uygular. Bu yönden, “yorum” ile “uygulama” arasındaki sınır çizgileri, bir başka ifadeyle yorumun nerede bitip uygulamanın nerede başladığı da her zaman çok net bir biçimde tespit edilememektedir. Nitekim ABAD kararları da yorum ile uygulama arasındaki bu esnek ilişkiyi yansıtmaktadır: ABAD, (i) ön karar başvuruları çerçevesinde Birlik hukukunun yorumu ile ilgili genel bir tespit ile yetinerek o yorumu uygulamayı ulusal mahkemeye bırakabildiği gibi (örneğin bkz), (ii) oldukça spesifik tespitlere yer vererek ulusal mahkemeye ön karar prosedürü çerçevesindeki kararı önündeki uyuşmazlığa uygulamaktan başka seçenek bırakmayabilmektedir (örneğin bkz). Royal Antwerp Football Club kararı, bu arka plandai, (i) numaralı tutuma yakın bir karar olarak kaleme alınmıştır.

Royal Antwerp Football Club kararı bu yönden futbolla ilgili iki deyimi çağrıştırmaktadır: “maçın kırılma anı” ve “futbol doksan dakikadır”. Bunlardan ilki, “maçın seyrini değiştiren; ancak önemi daha sonra ortaya çıkan maçtaki bir gol, bir durum veya hareket” olarak, ikincisi “maç bitmeden sonuç belli olmaz, değişebilir” şeklinde tanımlanmıştır. ABAD, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının AB rekabet ve iç pazar hukuku ile uyumlu olup olmadığı konusunda karar vermeyi neredeyse tamamen ulusal mahkemeye bıraktığı için Royal Antwerp Football Club kararı aracılığıyla “maçın kırılma anı” olmama tercihinde bulunmuştur, denilebilir. Ulusal mahkeme, UEFA’nın ve Belçika Futbol Federasyonunun “içeride yetişen oyuncu (HGP)” kuralının AB rekabet ve iç pazar hukuku ile uyumuna karar vereceği için “futbol doksan dakikadır”, denilebilir.

Herhalükarda, AB hukuku ile spor arasındaki ilişki, ABAD kararlarına konu olsun olmasın, tartışılmaya devam edecek gözükmektedir.


Bu yazıya atıf için: İlke Göçmen, "Avrupa Birliği Hukuku Karşısında Futboldaki İçeride Yetişen Oyuncu (Home-Grown Players) Kuralı: Adalet Divanının Royal Antwerp Football Club (C-680/21) Kararı", Yaşayan Avrupa Birliği Hukuku Blogu, 20/02/2024, Link: <https://yasayanabhukuku.blogspot.com/2024/02/avrupa-birligi-hukuku-karssnda.html>


Bu yazıyı faydalı buldunuz mu? Hiç bir içeriği kaçırmayın bizi takip edin.